26 Temmuz 2015 Pazar

Bir Tanrıtanırım

Hani o ıssız adadaki insan var ya, mektup yazıp şişenin içine koyan,
okyanusa bırakan...
Yıllar yılı, izlerken hep aynı masalı
'Ne kadar aptal eder' diye düşünürdüm, çaresizlik insanı.
Ama bişey diyeyim mi okur,
Yazmak, 
  bir şişeye koymak ya da bir blog sayfasına,
bir sülük gibi çekiyor içimdeki kararsızlıkları,
  netleştiriyor kalbimin yolları,
  beynimin sokak haritalarını.

Boş boş ve aklına ne gelirse konuşarak ve önüne gelenle değil de
düşünüp tartarak ve silip yeniden kurarak 
yazmak, 
yarım yamalak ve nezaketen değil de
can-ı gönülden ve beş duyuyla okuyan bir çift gözle paylaşmak
gideriyormuş meğer
susuzluğu dinmeyen anlatma ihtiyacını.
ve
anlatma ihtiyacı, 
susuzluğu dinmeyen anlama ihtiyacından 
geliyormuş meğer.

Bu mevzunun idrakine vardım varalı aklıma eseni değil de,
içimdeki yaraları seçerek yazar oldum.
Ondan sebeptir susmalarım
ama bu sefer çoktan beri susan bir sorunun cevabını arıyorum.

Sorum kendimle doğrudan değil de,
dolaylı biçimde alakalı.
Şöyle:
Tanrı var mı?


Yaşamımın otuz yılını, tanrıya inanmayarak geçirdim.
onu reddederek daha doğrusu
tanrının baş harfini küçük yazarak.
Bu reddediş süresinin ortasında, bir yurt odasında
ranzalarla pencere arasında kalan beton boşluğa
kilim atmak suretiyle inşa edilmiş
öğrenci tipi oturma odasında, 
şöyle diyordum:içi her sıkıldığına Yasin okuyan Amasyalı arkadaşıma
   'Tanrı varsa, şu anki mantık, akıl ve düşünme biçimimizle kavrayabileceğimiz bişey değil o.'

Halen de öyle düşünüyorum.
Günde beş kere bir takım beden hareketleri tekrarı 
ve anlamını bile bilmediğin bir kaç paragraf duayla kandırabileceğin bişey hiç değil.
Kadın değil erkek değil.
İyi değil kötü değil.
Büyük ya da küçük değil.
Sağ veya sol da değil.
Camide, kilisede, sinagogda, tapınakta değil.
Bir günde bir saatte bir ömürde ya da bir ışık yılında;
bir karede üçgende yuvarlakta ya da düzlemde;
yakında uzakta yukarıda aşağıda dışarıda;
duada yalvarmada yakarışta isyanda kaderde , 
olduğunu sandığın, olmasını umduğun hiç bir şeyde ya da yerde değil.

Mesele artık tanrının olup olmaması ya da 
Tanrının büyük baş harfle yazılıp yazılmaması değil de;
Onunla nasıl iletişim kuracağım oldu artık.
Mesela bir uçak geçiyor zannettirecek kadar uzun süre kayan bir yıldız zamanı zarfında, 
dilek tutma zahmetine bile girmemek artık.
Mesela şimdi bu satırları yazdığım ülkeden on uçak saati uzaklığında bir memlekette,
kahve ve kahvaltı sırası beklediğimizde kalp eşimle,
önümüzde bekleyen, candanlar ve güleçler ülkesinden bir uzun boylu kimsenin bize doğru dönüp,
  'O, olan her şey iyidir, diyor.
   Tamamdır, eyvallahtır değil,
   İyidir.'
demesindeki şifreyi çözebilmektir mesele şimdi.
İnsanı, bitkiyi, her tür canlıyı ve görüntüde cansız olanı okuyabilmektir, sırf hislerinle.
Bu OKUmak, okumak değildir harfler ve kelimelerle.
Bu bir anlayıştır, kavrayış, anlamlandırış, serbest kalış, rahatlayış ve arınıştır 
kararsızlık ve suçluluktan.
Sonu gelmez, sonu bilinmez bir kavga halinden azad oluş,
Dardan, dar açılardan ferah bir basamağa sıçrayış,
hiç bir yere gitmeden yakınlaşıştır bu.
bir acıya, bir sevince, bir heyecana körü körüne saplanma hali değil de,
geçici bir dalga boyundan daimi bir frekansa geçiştir artık.
Zahmetsiz bir iletişimdir.
Dolaysız.
Baktığın, dokunduğun, tattığın, yaşadığının tümü, 
ve aynadaki akistir.
Tanrı, kendini dünyanın merkezi zanneden tüm insanlardır, bildiğin tümüdür yani.
Tanrı, sevilmeye doymak bilmemekteki haklılık
ve paylaşarak çoğalmadaki vazgeçilmezliktir.
Hesapsız, tartısız, içgüdüsel ani bir vicdandır o.
Hem iyidir hem kötü, hem kadındır hem erkek.
Tüm yönler, tüm şekiller, tüm binalar, tüm içler ve dışlardır.
O, birinin birine anlatabileceği, 
birinin, birine, varlığını ispat etmeye çalışarak göstereceği bir şey hiç değildir.
O bir içtir, derindedir, saklıdır ama saklanmamaktadır.
Bir döngüdür, başladığı yere dönerek biten,
yani hep yeniden başlayan bir yenilenmedir.
Ve kendini her arayanla ayrı bir dil kuracak kadar
zengindir dilbilgisi.

Çok basit bir bilmecedir.

Eğer, okur,
tüm yanılsamalarının üzerini ıslak bir bezle silersen,
tüm ezberlerinin üzerini kurşun bir kalemle çizersen,
gözlerini kaparsan ama görmeye devam edersen,
sana dayatılan ama sen olmayan senleri alt edersen,
sana öğretilen ama benliğine uymayanları parçalarsan,
içinde bir gram nefes olan bir baloncuğu okyanusun ortasına bırakır gibi
rahatça bırakırsan kendini 
kollarına boşluğun,
anlarsın uzun uzun yazarak demek istediklerimi.
Bulursun sen de içindeki dalgasız denizi.
hayretle,
d