29 Aralık 2014 Pazartesi

Konuşkan Bir Yolcu

Kararsızlığın kendisini sevmediğim kadar havanın kararsızlığını da sevmiyorum. Ya güzel olsun ya kötü. Ya tam açsın ya tam soğusun. Arada kalmasın yani. İşte bugün saat 10'da 1 Levent'teki dersimden çıkınca, havanın çevik, atik, yaramaz ve tam soğumuşuna denk geldim. Ne yalan söyleyim, çiseleyen yağmura göre o Lodoslu yağmuru tercih ederim. Derken metro girişine doğru yöneldim. Öyle kolay olmadı tabi.

Ben ilerlemeye çalıştım rüzgar durdurmaya çalıştı. Vektörler vardı ya fizikte, aynı cisme zıt yönde ama eşit büyüklükte iki kuvvet uygulandığında cisim hareket etmezdi. Ben de o hesap, bir yanda böğrümden sırtıma bıçak gibi saplanan soğuk hava, tam zıt tarafta ve eşdirençte Kadıköy'e adım atmaya çalışan iç iradem, yerimden kımıldayamıyorum. Derken 'seni yenicem yokuş' gayretlerim sonuç veriyor, ilerliyorum.Kapüşonlu lacivert parkamla tam koruma altındayım, su geçirmiyorum. Aktif parka koruma modunda biniyorum nihayet metrobüse. Binerken kimse kimseyi ezmiyor ya şaşırıyorum. Halla hallaaa, bu işte bir iş arıyorum.
Gelecek istasyon: Nadiren de olsa metrobüste az kişi var hadisesi ve valla otobüs uçmasa iyidir dilek ağacı
Çok geçmeden, karla karışık sinirli yağmur, kucak dolusu suyu şaplatmaya başlıyor otobüsün camlarına. Eşzamanlı olarak ıslık sesleri, uğultular...Tam köprüden geçerken bakıyorum gökte bulut fırtına topluyor ve tüm bu manzaraya bir de otobüsün sarsıntısı ekleniyor. Besmele böyle bir anda icat edilmiş olmalı!
(Muhtemel) Gelecek istasyon: Cehennem Caddesi
İster istemez etrafıma bakıyorum, magazinel boyutu had safhadaki bu dar zamanda şok edici paslaşmaları paylaşacak birilerini arıyor gözlerim. Solumdaki genç kadın, çivit mavisi pantolonu, hardal renkli anorak montu, tepesinden pon ponlu siyah beresi ve berenin altından özgürlüğüne kavuşmanın heyecanıyla iyice kabarmış turuncumsu kıvırcık saçları, siyah çerçeveli gözlükleri ve dişlerindeki teller ve son olarak da makyajsız suratıyla, 'tüm bu olan bitenle ilgili sağlam bi espri patlatırsan es geçmem basarım kahkahayı' potansiyeli vadediyor.
Bir sonraki durak: Yanındakiyle konuşmaya ihtiyaç duran yolcular zamanı

-güneş, güneş, güneş, sonra birden fırtına, diyorum gülümseyerek.

Tellerini gösterecek kadar gülümsüyor. Bir şeyler söylüyorsa da ben duymuyorum. Bir leğen sulu kar bir anda cama çarpınca OHAA diye daha bi güçlü çıkıyor sesim (buna da tepki verme de göreyim, hardal montlu!) Kız bu sefer bişeyler mırıldanıyor ama şimdi hatırlayamıyorum. Hadi 'Evet' demiş olsun. Zorlarsam. 
Köprü bitiminde biraz geçiyor siniri Lodoslu yağmurlu karlı havanın.
(Özlenen) Gelecek istasyon: Cennet Mahallesi
Sonra hardallıyla aynı yaştaki gençlere bakıyorum. Hepsinin akıllı gözleri, akıllı ekranlarında telefonlarının.
'EYVAH!' diye geçiriyorum içimden! Yan koltuktaki yaşlı teyzenin inatla benimle konuşmaya çalıştığını, benimse gözümü elimdeki kitaptan ayırmayarak 'seninle konuşmak istemiyorum, anlasanaaa!' mesajı vermeye çalıştığımı arkadaşlarıma hararetli hararetli ve gözlerimi yuvarlayarak anlattığım günlerin üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş olabilir mi?
İkide bir muhatap olduğu gereksiz ve kasvetli soruları savuşturmak için, ağzında gevelediği kelimemsi heceler bütününden tepkimsi tepkisizlik veren küçük kız; yaşamı tüm ağırlığınca hisseden, duyumsayan, tartan, çarpan, bölen paylaşan büyük kadına bu kadar çabuk dönüşmüş olabilir mi?
Bir sonraki durak: Ayrılık çeşmesi

Sayın yolcularımız, uyuyanlarla uyanıkların yollarını ayırdığı ayrılık çeşmesi durağımız bu yöndeki son istasyonumuzdur. Kendini arama istikametine devam etmek isteyen yolcularımızın, da-HA-çok-YO-lun-VAR nolu hattımıza aktarma yapmaları gerekmektedir.
d


23 Aralık 2014 Salı

Bilmiyordum ne haldeyim...

Uzun zamandır yazamıyordum.
Uzun zamandır yazacak fikirleri bulacak zamanı bulamıyordum.
Uzun zamandır zamanımı, fikirlerim hakkındaki fikirlerime ayıramıyordum.
Uzun zamandır, kalbimde, fikrimde, içimde, özümde ne olduğunu arayamıyordum.
Uzun zamandır, yine Dünya meseleleri olmuştu kıblem.
Uzun zamandır, iş derdine düşmüştüm, aş.
Uzun zamandır, başımda bir telaş, kendimi arama işim, kendimi arama aşkım, güme gitmişti.
Bir yorulma bir koşturma.
Bir yorgunluk, anlatamam.
Bir para kazanma çabası, tekrardan.
Bir 'başladığım yere geri mi döneceğim?' tasası.
Grileri bağladım, üzülüyorum.
Dünyevi dertlerle meşgul olmak bir ucunda terazinin, diğer ucunda ben.
Bugün bulamazsam eğer bu dengeyi, hikaye en başından başlayacak:
Ben kimim, burada ne yapıyorum, amacım ne?
Sonra durdum, düşünmek için durdum, düşündüm durdum.

Pazartesi günü, öğrencim, kat ettiği mesafeyi ben söylemeden fark edince, içi kıpır kıpır oldu, çaktırmadan,
Bir kadına çaktırmamak ne mümkün, hele bana. 
Onun içi kıpır kıpır, benim ki ha keza! 
İçi para dolu kaseye bi koydum dirseğimle, dedim 
Başlarım nakitine, parasına, bilmem nesine,
Bir insanın içinin içine sığmamasından kıymetli mi?

Salı günü bir diğer öğrencimin gözleri uykusuzluktan kançanağına dönmüştü, bi tekme attım içi ders dolu kaseye, 
Başlarım dedim, Türkçesine, telaffuzuna, öğrenmesine,  
Bir insanın tatlı uykusundan değerli mi?

Çarşamba günü bir başka öğrencim, ana dilinden çok farklı bir dilde, sırf,
Ne zaman 'günaydın', ne zaman 'iyi akşamlar', ne zaman 'iyi geceler' dendiğini kavradı diye sevindi ama bunun 90 dakika sürmesine biraz bozuldu.
Onun kafası karışık, benim içim bitter tatlı, bana bir hediye uzattı.
Bir CD. 
Amalia Rodrigues. 
Ona müziği çok sevdiğimi, ve bir gün Dünyayı müzik rotasıyla gezmek istediğimi demiştim.
Bir de Fado müziğini Portekiz'de dinlemeyi ne kadar istediğimi.
Ben gidememiştim ama Dünyanın müzik rotası sınıfımdan geçmişti.
Bir tokat attım içi kelime dolu kasenin içine, cümleler saçıldı her yere.
Başlarım dedim, özneye, yükleme tümlece,
Gönülden gönüle kurulu bu köprüden kuvvetli mi?

Perşembe günü, dört kişiden mütevellit grup dersimde had safhada bir dikkat dağınıklığı. 
'de eki' diyordum, 'bir nokta, bir yüzey, bir kapalı alanda bulundan kişi, şeyin yerini, veya gerçekleşen durumları ifade etmeye yarar.'
Yok, resim çizmeler, teatral hareketler, bir yere kadar, sabrım tükenmekte...
Dersin sonuna sakladığım türküyü çalmadan önce, her birinin önüne, sözleri bıraktım.
Boşlukları doldurunuz dedim ve sağ elimin sol işaret parmağıyla PLAY tuşuna klik ettim!
Bir sessizlik, bir merak, bir hipnoz, bir hayret, bir heyecan,  bir huzur, bir huşu.
Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece, bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum gündüz gece....
İşte ben de uzun zamandır böyle ne halde olduğumu bilmeden gidiyordum ya gündüz gece, o gün o saat o dakka yeniden durdum.
Uzun zamandır bir denge arıyordum aş derdiyle benlik derdi arasında,
Uzun zamandır, aç kalmadan ve benliğimi açıkta bırakmadan nasıl yaşarım diye düşünüyordum.
Her zamanki gibi imdadıma yetişti türküler.
Uzun ince bu yolda, iki kapılı bu handa, dağda, ovada, çölde hatta uykuda,
Durmadan yürümeye karar veriyorum ve her daim taşımaya ant içiyorum, 
beni arayan beni, içimde.
d

2 Aralık 2014 Salı

Duygu mu? Etiket mi?

Aşağıdaki yazı, bir seminer filan olsa, iki aşamaya ayırır öyle okurdum. Biraz uzun zira.




Wat Arun Tapınağı  Meditasyon Merkezi, 23 Kasım, 16:30
Uzunlamasına bir oda, bir koridor. Karşımızda Buddha heykeli, onun önünde, beyaz doktor kıyafetleri içinde buğday tenli bedeniyle bağdaş kurmuş oturan Sensei. Sensei'ye göre solda ben, sağda J, minderlerimizin üzerindeyiz. Dışarıda hava otuz derece ve aydınlık. Bir saat ücretsiz meditasyon yapmaya geldik. İki buçuk saatin iki buçuk dakika gibi çabuk geçeceğinden bihaberiz.

H: Hoşgeldiniz.
D, J: Hoşbulduk.
H: Buraya gelmekteki amacınız veya buradaki tecrübeden beklentiniz nedir diye sorabilir miyim?
D: Son dört yıldır, yani otuz yaşıma girdiğimden beri, içimde matruşka gibi iç içe yerleşmiş kutuları açıyorum. Ve sanki başka birine dönüşüyorum ya da kendim oluyorum. Kısacık bir an, kısa bir şahitlik, küçücük bir nesne, minicik bir resim, bende seri reaksiyonlar başlatıyor. Bir kaç girdi, sonunda bolca enerji ve çokça düşünce ve duygu çıkarıyor açığa (Sesim titriyor konuşurken, gözlerim  doluyor). 
    Düşündüm ki, belki meditasyon, bu, kendimi arama, cevapları bulma sürecinde iyi bir yol olabilir. Açıkçası çok da fazla şey bilmiyorum bu konuyla ilgili. Tek bildiğim, gözlerini kapatıp, burnundan içeri giren nefesi gözlemlemen gerektiği.

H: Açık konuşmak gerekirse, eğer kendini arıyorsa bir insan, yani, o meşhur, 'ben kimim?' sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsa, meditasyon bunun tek yolu. Bir yolu demiyorum, tek yolu.
Evet, burnundan giren nefese odaklandığın doğru, ama bu sadece yoğunlaşma kısmı. Çoğu insan bunu yaparken, aklına gelen düşünceleri kovman gerektiğini söyler. İnsan hiç, düşünmeyi durdurabilir mi? Ya da şöyle söyleyelim, düşünmeyen bir insanın, bir zombiden farkı olabilir mi? (Gülüyor)
Yoğunlaşma, birinci kısmı işin, bir de içgörü gerekiyor. Aklına gelen düşünceyi gör, dur, ondan uzaklaş, onun dışına çık, olayları geri sar. Bu düşünce nasıl oluştu, kaynağına git.
Biz aklımıza gelen çoğu şeyi  'duygu' diye adlandırırız.
Size sorayım, en çok hissettiğiniz duygular ne?
D: (Neredeyse düşünmeden) Heyecan ve hüzün.
J: Endişe genelde. Ama...
H: Zaman doldu! Bunlar aslında duygular değil. Duygu dediğin üç türlüdür. Hoş duygu, nahoş duygu ve nötr hâl.
a. Nötr hâl şöyledir. (İki elini, yere dik konumda bana doğrultarak) Güzel bir kadın. Bu kadar. Hoş ya da nahoş bir duygum yok şu anda. Nötrüm.
b. Hoş duygu... (Sağ eliyle, sağ duvara monte edilmiş pervaneyi işaret ederek) Pervane dönünce yüzüne bir esinti vuruyor. Serinliyorsun. Pervane neden, yüzündeki serinleme hissi sonuç. Burada neden-sonuç ilişkisi çok önemli. Olayı geri saralım.
1) Yüzüne rüzgar değdi.   (Form ya da madde)
2) Bunu vücudunla algıladın.  (Duygu ya da his)
3) Sıcak bir havada, bu serinleme durumunu, HOŞ olarak kategorize ettin. (Algı)
4) Buna, pervanenin bu hafif esintisini seviyorum adını verdin. (Ruhsal oluşumlar)
5)  Bunları yaptığının bilincindesin (Farkındalık)

Yani aslında, sevmek, hoşlanmak, üzülmek, sinirlenmek, vb bunlar duygu değildir. Senin, gerçekleşme anındaki koşullara bağlı olarak, bir olayı algılayışın ve buna bir ad koyuşundur.

c) Nahoş duygu...
*XX kişisini çok seviyorum. Çünkü yolumu kaybetmiştim, bana tarif etti, vakit ayırdı, yardımcı oldu. O gün, o durum, o anda bu Hoş duyguya, 'XX kişisi çok iyi biri' adını verdim.
*Başka bir gün tekrar onunla karşılaştığımda benimle pek ilgilenmedi. Kendi işiyle meşgul oldu. Aynı kişinin bende yarattığı bu NAHOŞ duyguya, 'XX'e gıcık oluyorum' diye bir ad verebilirsin. Hatta ondan nefret ediyorum bile diyebilirsin.

Dediğim gibi etki-tepki, neden-sonuç ilişkisi önemli.

Yine beyaz doktor takımı giymiş bir kadın bana ve J'ye su, Sensei'ye yeşil çay getiriyor.
--o--

Bir sürü meditasyon çeşidi var. Buddha'nın yaptığı Vipassana meditasyonu. Duymuş muydunuz?

D: Kızkardeşim, çok çabuk sinirlenen biri. Hatta çocukken başını yukarı kaldırıp konuşmaya başladığında, boynunun sağ tarafında bir damar belirirdi. Ben de on günlük bu Vipassana'nın ona iyi gelebileceğini düşündüm. Gerçi detaylı bilgim yoktu ama...
H: Sen, bilinç altında doğru olanı biliyormuşsun demek. İşte bu altıncı his denilen şey, aklın ta kendisidir.
D: Biz onu duygu zannediyoruz.
H: Hayır, altıncı his denen şey, akıldır. O da tıpkı görme, duyma, dokunma, tatma, koklama gibi bir algılayış biçimidir. Olayları bazen bu duyulardan sadece biriyle, bazen bir kaçıyla bazende bu duyular ve akılla birlikte algılarız. Bunun adına da 'içimden bir his şöyle diyor' deriz.
Biliyor musunuz ben Amerika'da okudum. Okul bitince, memleketime döndüm, Endonezya'ya. Kendi şirketimi kurdum, CEO oldum. Arabam Mercedes Benz. İnanılmaz çalışıyordum, genellikle de sinirliydim. Sinirlendiğim zaman, iki kaşımın ortasından saçıma doğru bir damar belirirdi. Diyelim trafikte biri bana korna mı çaldı, arabadan iner, kavga etmeye giderdim. Maçoyum ya, erkeğim, güçlüyüm yani... (gülüyor, gülerken gamzeleri çıkıyor)
Sonra, anneme, bizi büyüten, besleyen, okutan bize bakan anneme vefa borcumu ödemek istedim. Annemin en çok istediği şey budist rahip olmamdı. Tayland budizmine çok değer veriyordu. Tamam, dedim. Tayland'da bir tapınağa gittim. Çırak rahip olarak ustamın söylediği her şeyi yapmakla yükümlüydüm. 
Ustam, beni, göl içinde bir adaya yolladı.
Zifiri orman. Yılan mı istersin, akrep mi...Çok ağladım ilk üç ay.
D: Geceleri ne yapıyordunuz?
H: Diyorum ya işte ağlıyordum! (gülüyor gamzeler, ve gözler)
Turuncu tek parça rahip elbisemi, vücudumun etrafına sarıyordum koza gibi. Elimde de küçücük bir Buddha heykeli, devamlı dua ediyordum. Tabii Buddha muda işe yaramadı (yine gülüyor)
D:Ben olsam üçüncü dakkada kaçardım.
H: İyi de, dillerini bilmiyorum (sensei Endonezya'dan gelmiş çünkü, ds) yanımda para da yok. Yakın köylere gidiyorum balıkçı tekneleriyle, lapa lapa bir pilav bulup karnımı doyurabilirsem ne âlâ. Öyle bir yer ki, balıkçılar gündüz avlanıyor ama geceleri gelmiyorlar benim olduğum yere. Korkuyorlar. Öyle bir yer. Ne derler hani, hayaletli olan cinsten. 
D: Toplamda ne kadar kaldınız orada?
H: İki yıl... Ormanda anneme çok kızdım ilk zamanlar. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ona, sanki yanımda beni dinliyormuş gibi. Beni ne hallere soktun, diyordum. Sonra meditasyon yapmaya başladım. Korku, merak, istek, heves, sevgi, özlem, vs. Tüm bunları yaşama anında şunu anladım, bunlar geçici, bir süre sonra bu his, orada kalmayacak, gidecek.
Her şey geçici. Nefret, hoşnutluk, rahatsızlık, biz... Herşey ve hepimiz geçiciyiz.
Ama biz tam tersineymişçesine sıkı sıkıya yapışıyoruz bir şeylere. Bir restoran güzel mi, tamam, sonsuza dek güzel kalsın. Bu insan iyi mi, sonsuza dek bana iyi olsun.
Eğer biz, bedenimiz, varlığımız gibi, bu hislerin de geçici olduğunun farkına varmayı becerebilirsek, kalp grafiğindeki dik dalgalar gibi duygu dalgalanmaları yaşamaya son verebiliriz.
(Sağ elinin işaret parmağıyla, sol koluna bir çizik atıyor, hayali bir bıçak yarası) Şimdi ben bu yaranın üzerine bant yapıştırsam iyileştirmiş olur muyum? Bu problemi halletmiş mi olurum? Doğru dürüst baş etmem lazım bu durumla.
Bugünlerde herkes kafasına sıkıp intihar ediyor. Küçücük bir sorunda, problemde, yaşamına son verebiliyor. Neden?
Herkes her gün duş alıyor, keseleniyor, kremleniyor, taranıyor, yiyor, içiyor, egzersiz yapıyor. Peki ya zihin temizliği, zihnin beslenmesi, zihnin egzersizi?
D: Vücudumuzda her şey kendini iyileştirmeye programlı ama bir tek zihin kendini iyileştiremiyor, öyle mi?
H: Aynen. O yüzden bilinçli bir emekle, belli bir rutinde, zihnin de bakımının yapılması lazım.
Ben, günde dört saat uyuyorum. Zihnim yorulmadığı için, dinlenmesine de çok zaman ayırmaya gerek kalmıyor. Ayrıca çok aşırı efor sarfeden bir beynin ihtiyaç duyduğu kadar yemek yemeye de gereksinimim yok. Günde bir öğün.
D: (Neeeee?) (Yok ben kendimi aramaktan vazgeçtim :) 
H: Ben genellikle ilk gün meditasyon yapmayı tavsiye etmiyorum. 
D: Ben de diyecektim, bu kadar bilgiyi sindirmem lazım, düşünmem lazım diye. İyi oldu sizin söylediğiniz.
D,J: Çok çok teşekkür ederiz. 
H: Rica ederim. Teknoloji elimizin altında, niye akıllıca kullanmayalım? Sorularınız, fikirleriniz olursa her zaman bana email yazabilirsiniz.


Wat Arun Tapınağı, 
*İnsanlığın Gelişimi için Toplumsal Öğrenme Merkezi;
*Buddha Dharma Uygulama Merkezi ve Uluslararası Yardım Kuruluşu, 23 Kasım, 19:00

Sensei adını, saatlerimiz on dokuzu gösterip hava karardıktan ve olağanüstü Şafak Tapınağı gece aydınlatmalarıyla ışıtılmaya başladıktan sonra veriyoruz ona. Asıl adı Hartanto. 
Eski CEO, eski maço, eski erkek, eski zengin, eski sinirli, eski hırslı, eski paracı, eski insanımsı... 
Yeni zihin açıcı, yeni umut verici, yeni çağ atlatıcı, yeni aydınlatıcı, yeni gülengözlü, yeni gamzeli, yeni cinsiyetsiz, yeni insan...