29 Ocak 2022 Cumartesi

Pandemiden önceki ilk çıkış

Dünyaya geldiğim kasaba deniz seviyesinden 1700 metre yüksekte. Ondan muhtemelen yükseği severim. Timsah dolu göllerin üzerinde zipline yapmışlığım, gökyüzü dalışıyla uçaktan kırk beş saniye serbest düşmüşlüğüm, rakımı iki bin iki yüzün üzerindeki kutsal Silbûs'umuzun zirvesine defalarca çıkmışlığım hatta Ağustos'ta orada kar yemişliğim vardır. Dedim ya yüksekler sever beni, dağlar özellikle, ben de onları.

O sebepten mütevellit, yaşadığım evler hep üst katlarda olsun istedim/isterim. Son on üç yılım dördüncü beşinci katlarda yaşayarak geçti. Şu an oturduğumuz dublex evin üst katında şahane bir teras var. Pandeminin ilk dönemlerinde Uludağ'ı bile gördük ordan mesela. 
Yağmur veya kar yağdıktan sonraki günün sabahında orayı temizlemek hem en güzel spor hem de en güzel terapi benim için. İşte yirmi üç ocak günü de yine hem ciğerlerime temiz hava doldurmak, hem karları temizlemek için kapıyı açıp gökyüzüne doğru kafamı çevirdiğimde gördüğüm manzara şuydu:

instagramcıların dikkatine: filtre yok

Yedi santigrat derece hava, güneş parlamakta, beyaz serseri bulutlar-gece onlar da kartopu oynamış belli- ve masmavi bir gökyüzü. Güzel iklimden anladığım bu zirâ, zıtlıkların dengesi: Yazın ılık yağmur, kışın aydınlık ayaz.
Üst katın banyosundan geniş ağızlı çekpas, yumuşak kıllı fırça, el süpürgesi ve plastik kürekten oluşan cephanelerimi alıp dışarı çıkıyorum yine. Çekpası elime alıp yüksekliği yirmi santimetreyi bulmuş olan kara vurduğumda ilk darbeyi hemen bir flaşbekle doksanlı yıllara ışınlanıyorum. Köydeki taş evimiz yapılmadan önce bizimkilerin yaşadıkları ve sonraları samanlık/odunluk/depo olarak kullanmaya başladıkları damın üzerinde kar kürüyen dedemin kürek darbeleri geliyor gözümün önüne. 
*
Hepimiz gibi beni de çocukken çok şey büyülerdi. Örneğin karpuz kabukları yiyen bir eşeğin ağzından çıkan katur kutur sesleri, rehberli bir meditasyonu gerçekleştirir gibi trans halinde dinlerdim. (Yorum kısmına yazıp benimle paylaşırsanız sevinirim, sizi etkilen, meraka düşüren, transa geçiren, hipnotize eden şeyler nelerdi?) Bu flaşbekin ise beni götürdüğü an bir ocak ayı muhtemelen. Babam ve dedem ellerinde birer kar küreği tutmuş vaziyetteler. Aralarında anlaşmışcasına üzeri en az altmış santimetre kar tutmuş damın farklı yerlerine dağılmış kar kürümekteler. Benim dikkatim tamamiyle dedemin üzerinde. Dedem küreğiyle devasa küp şekerler yapmakta muntazaman. Önce sağına sonra soluna sonra arka kısmına darbeler indirerek şekil verdiği bu küpleri en son altlarından küreğiyle kavrayarak damın uç kısmına taşıyıp aşağı fırlatmakta. Damdaki kar temizliği hiç bitmesin istemekte o an çocuklar. 

kişilerin mahremiyeti açısından yüzleri sakladım

O günün bi fotoğrafı şu an yok elimde ama kardeşim Hl'dan yukarıdaki resmi istiyorum bloga koymak üzere netekim bu da aklıma önceki hatıraları getirmekte, her baktığımda.

Bu hatıralardan birinde, yine köydeyiz bir sömestr tatilinde, Kn diye bir erkek çocukla kartopu oynuyoruz kapımızın önünde. Oyun kısa sürede bir savaş formatını alıyor ve her savaşta olduğu gibi iki tarafa ayrılıyoruz. Kn iyiler ve kötüler saflarını belli etsin istiyor. 'Sen' diyor 'polis ol, ben gerilla olayım' ve daha ben cevap vermeye zaman bulamamışken indiriyor bir kartopunu sol omzuma, parkamdan tok bir 'pat' sesi duyuluyor. O rol dağılımı bugün halen içime sinmemiştir benim ve her kış yeniden hatırlarım iyiler ve kötülerin savaşını.
                                                                               
 *

Yirmi dört ocak pazartesi günü akşam saatlerinde başlayan kar da haliyle yığınla hatırayı hatırlattı bana. Dershaneye gittiğim Eskişehir'in ayazını, üniversitede kaldığım yurdun arkasıdaki yokuştan poşetlerle kayışımızı. Bir seferinde donumuza kadar ıslanıp odaya döndükten sonra sütyenim hariç tüm elbiselerimi kalörifer peteğinin üzerine yerleştirirken farkında olmadan perdeleri aralamış bulunduğumu ve dışarıdan 'Oooooooooo' sesleriyle şok oluşumu ve oda arkadaşlarımın kahkahalarla ve yıllarca benimle dalga geçişini...


O pazartesi akşamı/gecesi bizim mahalle -sonradan istanbulun her mahallesinde aynı manzaranın yaşandığını öğrendim- büyüğüyle küçüğüyle sokağa dökülmüştü. 
İnsanlar özellikle bağırarak konuşuyordu sanki, 
bir eğlenip beş çığlık atıyordu çocuklar. 
Kolonya yoktu elinde kimsenin, maske yoktu yüzlerde.
Bu sokakta lira döviz karşısında erimemişti henüz, yıllık enflasyon da beklenenin altında kalmıştı.
Kimse kimseye mikrop gözüyle, mikrop bulaştırır diye bakmıyordu
Tanışmayan insanlar beyaz toplarla selamlaşıyordu o akşam
Başını eşarpla ya da bereyle kapatmıştı kadınlar farketmezdi
Yürek kapıları ardına kadar açık kalmıştı o gece saat bire kadar.
Ciddi bir baba var gücüyle oğlunu ittirmişti yokuş aşşağı varsın fazla ilerlememiş olsundu.
Bu sokaktan bir salgın geçmişti, haritalar kızarmıştı bir ara.
Ve sokağın turuncu lambasının altında usul usul yağan kar yeni bir başlangıcın haberini vermişti bize, 
sakin bir bilgelikle,
DSG

22 Ocak 2022 Cumartesi

Arka Plandaki Bisiklet

 



Öğrencim Kr, dünyaca ünlü bir gazetenin Orta Doğu temsilcisi ve İstanbul büro şefi. Yamulmuyorsam üç yıldır benden ders alıyor. Çok nazik, hoş ve hoşsohbet bir insandır. Pandemiden önce The Marmara Taksim Otelinin giriş katındaki Kitchenette'te yapardık derslerimizi. Genelde son dakikada yetişir, kahvesini söyler, ders sırasında ayılır, bitiminde de kahvaltısını ederdi. Yani ben hem onu ayıltmış hem ona öğretmiş olurdum. 🙃Şu günlerde artık yüz yüze görüş(e)mesek de düzenimiz aynen anlattığım gibi devam ediyor. İşte bu ayıltma-öğretme pratiğinden mütevellit ikili dinamiğimizde enerji veren taraf genellikle ben oluyorum. Bu Çarşamba günü hariç. Niyesi aşağıda:

*

On gün süren covid karantinası, peşinden gelen long covid semptomları, zaten hiç hazzetmediğim kış mevsimi, uzun süreden beri seyahat edememiş olmak, çok severek yapmama rağmen çalışma rutininin fredinin kâbusu tadı vermeye başlaması bir de salı günü dudaklarımda bir değil tam üç tane uçuk çıkması  benim gibi iflah olmaz bir Pollyannanın bile enerji ve sabır stoklarını tüketmişti. 

*

Eskiden, görüştüğüm her insandan bir ilham alırdım. Örneğin kuzenim Y bir kukla atölyesine yazılmıştı bir ara, Edgar Ellen Poe'nun, Frida'nın filan kuklalarını yapıyordu o dönemde. Demek değildi ki ben de gidip o kursa yazılacağım ama onun heyecan ve coşkusu bana da ister istemez bulaşıyordu, bulaşmıştı. 

Bir dönem birlikte çalıştığım yaşam koçum Dn, ingilterede mastır yapmaya karar verdiğinde de aynı şey oldu. Akademinin, yüz yıl daha yaşasam kapısından bile geçmeyi istemememe rağmen, onun bu karârı, beni enterese eden meselelerde daha cesur adımlar atmam konusunda bana ilham olmuştu. Yaa, demek istediğim, her insanın kendini gerçekleştirme ya da özlediği yaşama yaklaşma sürecinde attığı adımlar bana da her zaman  iyi gelirdi, son dönemlere kadar.

Son zamanlarda insanlar sadece izledikleri filmlerden bahsediyorlar, gibime geliyor. Tabi pandeminin etkisi inkâr edilemez, çok uzun bir zaman dilimini evlerine kapanarak geçirmek zorunda kalanlar olarak haz kaynaklarımız haliyle sınırlandı. Çoğu insan için bir şeyler izlemekten ibaret hale geldi 'bir şeyler yapmak'. 

Belki işi online dizi platformlarının doğuşuna kadar götürebiliriz, yani bu 'bir şeyler izlemeyi' bir şeyler yapmaya eş tutma hali epey bir zamandır var.  Ama şu soruyu sormak zorundayım: sürekli film izlemek insanı pasifize eden bişey değil mi ya? Kimseyi incitmek istemem ama çoğunlukla yorucu geliyor film muhabbetleri bana, bazen de boğucu.

Okudukları ilginç ya da sıkıcı bir kitaptan, bir makaleden, bir yazıdan bir bilgiden bahsetsin diye hasretle bekliyorum insanlar, ya da bir gönüllü çalışmanın içerisinde yer almış olsunlar, politik bir girişimde bulunsunlar ya da ekonomik bir maceraya atılsınlar, bir kursa yazılsınlar, bir üretim yapsınlar, bir dil öğrensinler, bir şeyler öğretsinler, farklı bir yemek yapsınlar, vs.

*


Pollyanna, film izlemekten başka bişey yapmıyormuş gibi görünen insanlar ve Çarşamba günkü istisnanın ne alakası var peki? İşte tüm o bunaltıcı faktörlerin üzerine eş dost ve arkadaşlardan biraz enerji borçlanabilir miyim, geçici bir süre de olsa enerji veren değil de alan olsam ne güzel olur diye bakınınca etrafa gördüğüm manzara: binge watching.

Çarşamba sabahı da yine böyle hissetmeye devam ederek uyandık J ile saat beş kırk beşte(uyanma kısmı beraber, hissetme kısmı bana ait). O servise bindikten sonra dayanamayıp geri uyudum. Saat sekizde dersim vardı ama yediyi elli geçe telefonun alarmı çaldığında hâlen sonsuza dek uyuma arzusu ve ihtiyacı yerli yerinde duruyordu. Kr'e mesaj attım:

-5, 10 veya 15 dakika geç başlayabilir miyiz? 

-15 nasıl? 

-Süper!

Bizim, normalde uyuşuk, iki dakika önce uyanmış gibi görünen dolayısıyla bırak duş almayı dersten önce saçını taramaya zamanı olmayan Kr, belli ki çok erken uyanmıştı bu sefer, duşunu almış, sakal traşını olmuş yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Skype ekranında belirivermişti. Galata'da oturan Kr'nin çalışma odası boğaza bakıyor, odanın cumbaya benzer çıkıntısında da bisikleti park halinde her seferinde.  Daha önce onlarca kez gördüğüm halde o altmış dakika boyunca ara ara baktım durdum bu kez bisikletine

gidecek yerleri var gibi duruyordu bisikletin, 

ve planları.

daha görmek istediği çok yer, 

kat etmeyi arzuladığı çok yol

kornasıyla selamlamak istediği çok çocuk,

ziliyle uyarmak istediği çok kedi,

kana kana içeceği çok suyu, 

acıkınca kocaman bir ısırık alacağı çok elması,

değiştireceği çok tekeri, onaracağı çok zinciri

atacağı çok teri, vereceği çok molası

ve daha harcayacağı çok enerjisi var(dı) bisikletin

2022'de de.

DSG

16 Ocak 2022 Pazar

Bir panzehir olarak Uber

Yaşadığımız mahallenin çarşısı yok maalesef. Çarşılık işlerimizi, adına Emaar denen bir AVM'den hallediyoruz genellikle. Cuma günü de bir emaneti teslim etme vesilesiyle, Londra'da yaşayıp şu günlerde İstanbul'da tatilinin son günlerini geçiren kuzenim E ile bahsettiğim AVM'de buluştuk. Onun karnı açtı, Big Chefs'te oturalım bari dedik,  'kendime bir kadeh kırmızı şarap içerim' diye düşünüyordum ben de. Oturduk oturmasına ama benim saat dört gibi uber çağırmam lazımdı eşimin annesine. 

Kayınvalide hele hele kaynana kelimesi bana fersah fersah uzak geliyor, kendisinden Li diye bahsedelim. Biyolojik yaşı seksen dört Li'nin, ruh yaşı otuz beş. Hem aklı başında hem çılgın, hem oturaklı hem şımarık, yerine göre komik yerine göre ağır, savurgan ama yaşamayı bilen, keyfine düşkün ama tüm yaşamını bir kaç işte birden çalışarak geçirmiş, üç çocuk annesi ve hâlâ inanılmaz güzel olan muhteşem bir kadın, Li. Bu özgür, asi ve bağımsız kadın yaşlılık günlerinde çok zorlanıyor doğal olarak. Gözleri iyi görmediği için araba kullanamıyor artık, zaman zaman dengesini kaybedebildiği için çok fazla yürüme şansı da yok eskisi gibi dolayısıyla saçını boyatacaksa veya doktor randevusuna gidecekse birilerinden yardım istemesi gerekiyor ama kendini o kişilere yük oluyormuş gibi hissediyor.

Dedim ki bi gün ''Ya ben sana uber çağırayım işte, kimseye minnet etme!''. İşte olur mu olmaz mı, nasıl yapılıyor bilmiyorum ki, ödeme nasıl yapılacak, tanımadığım birinin arabasına nasıl binecem, vs vs. Değişimin bizi korkuttuğu her durumda zihnimizin üzerimize saldığı korku canavarları. Bir şekilde ikna oldu ya da ettim, diyelim.

İşte restoranda kuzenimle buluşalı daha 5 dakika olmuşken, elime telefonu alıp eşimin, Florida'nın Lakeland şehrinde yaşayan annesine uber aramaya başladım :) Bir yandan da doktor randevusuna geç kalmasın telaşındayım, hemen araç bulup bulamayacağımızdan da emin değilim. Çağrıya cevap geliyor, bakıyorum Daylin adında bir kadın şöför, puanı da dört nokta dokuz.

Hemen 'ben kayınvalidem adına çağırıyorum sizi, gözleri çok iyi görmüyor, bazen de dengesini yitiriyor, yardımcı olursanız sevinirim' diye bi mesaj yazıyorum, ingilizce tabi. Karşıdan şöyle bir yanıt geliyor:


''İspanyolca biliyor musun'' :)))

Bu sefer her şeyi baştan ve bu sefer ispanyolca anlatıyorum. Cevap şöyle oluyor:
''Evet, tabi ki yardım ederim ona''
''Sadece şöyle bişey var, ben hamileyim, güç kullanamam'' :)))

Bir kaç dakika sonra da telefon ediyor, ben geldim kapıdayım diye. Dur bi dakka, arayayım kapıya çıksın, diyorum. Yok yok bi saniye bi saniye kapı açılıyor galiba geliyor, ha geldi geldi tamam, diyor. Kapatıyoruz telefonu.

İstanbul'dan Florida'ya kaynanaya uber çağırıp sadece ispanyolca bilen hamile bir kadın şöföre denk gelme hikayemiz daha da hoş bir hal alamaz diye düşünürken ben bir telefon daha geliyor Daylin'den.

''Geldi geldi, arabaya da bindi, şimdi hareket ediyoruz. Merak etmeyesin diye aradım, ben de bi anneyim, sonuçta'' diyor.

O esnada içimde olmadığını sandığım tel örgülü sınırlar kalkıyor, mavi beyaz buzullar eriyor, bana rağmen dip bucak köşelerde direnen bir inanan minnet duyuyor duyduğu minnetin adresini bilmeden.

Bir insanla onun ana dilinde iletişim kurabilmek ne güzel! 
Biz Kürtler olarak bu duygudan mahrumuz. Bizimle bin yıldır kardeş olduklarını iddia eden Türkler, o da sadece taklidimizi yaparken 'hara vara' diyorlar, ne anlama geldiğini bilmeden. Bense dayatılan tüm bu tekliğe, tek düzeliğe, renksizliğe ve tahammülsüzlüğe inat, bir yemin veriyorum kendime

Son nefesimi verdiğim güne kadar devam edeceğim dil öğrenmeye
İnsanlara anadillerinde 'silav, hi, merhaba, hola, şalom' demeye
Direnmeye ve özlediğimiz yaşamı inşa etmeye
DSG

8 Ocak 2022 Cumartesi

COVID’İN 5 GÜNÜ

 


Pandeminin başından beri yalnızca ve yalnızca halk sağlığını önceleyen bilim insanları, doktorlar ve kamu yararını önceleyen gazeteciler tarafından yazılmış yazıları okuyan, haberleri dinleyen birinin ağzından Covid güncesi.


Aşağıdaki yazıyı covid testim pozitif çıktıktan sonra insanlarda gözlemlediğim kaygıyla karışık bir tür merakı kısmen de olsa giderebilmek amacıyla hastalığın 5. gününde yazıyorum. Bugün itibariyle kendimi ‘hasta’ hissetmiyorum ama virüsün varlığını hissetmeye devam ediyorum. Görüyorum ki covid, filmlerdeki kötü karakterler gibi, hem tiksinç hem de garip bir şekilde gizemli ve çekici.


3 Ocak Pazartesi günü, gündüz sularında burnum akmaya başladı, boğazımda da hafif bir gerilme/kaşıntı hissi başladı, bir de her zamankinden daha fazla üşüdüğümü hissettim aniden. Önceki gece pek iyi uyuyamamıştım o yüzden biraz şekerleme yapmaya karar verdim. Umduğumun aksine uyandığımda boğazımdaki rahatsızlık hissi ve burundan gelen akıntı şeklindeki belirtiler yerli yerinde duruyordu. Kuzenimin yurtdışından getirdiği antijen testlerinden birini yapmaya karar verdim. Talimattaki gibi boğaz ve burundan sürüntü alıp, paketteki sıvıyla karıştırdım, daha sonra testin ilgili yerine damlattım. İstanbul’da yağmur yere değer değmez trafik nasıl başlıyorsa, damla test kitine değer değmez renk değişimi başladı 🙃 ve bir kaç saniye içinde çift çizgiyi yani pozitif sonucu gördüm. Montumu giydim, çift maskemi taktım, taksiye atladım, taksinin camını indirdim ve en yakın hastaneye gidip PCR testimi yaptırdım. Eşime ve bir gün önce görüştüğüm kız kardeşime de haber verdim, onlar da hemen test yaptırmaya gittiler.


Eşimin testi negatif, benim ve kardeşimin testleri pozitif geldi. Eşimle odalarımızı ayırdık (biz şanslı bir azınlıktanız, bunu yapmaya müsait bir evimiz var) Daha sonra yakın zamanda görüştüğüm bir arkadaşım daha pozitif çıktı.



Hemen apartman yöneticimize haber verdim, kapımıza ve asansöre dairede vaka olduğuna dair bilgi yazısı asarak insanları kendilerini korumaları yönünde uyardık. (Tanıdığım herkese durumu bildirdim, şimdi düşününce) HES uygulamasını indirip konum ayarını açtım ki evden ayrılmadığım belli olsun, bir yandanda filyasyon ekipleri ve onların ilaçlarıyla hiç muhatap olmamayı umuyordum. 


Başta şunu söylemem lazım, iki doz BioNtech aşısı yaptırmış, 19 Aralık’ta da BioNtech hatırlatma dozunu olmuştum. Okuduklarımdan, hatırlatma dozunu olduktan iki hafta sonra antikor seviyesinin en yüksek seviyeye çıktığını biliyordum dolayısıyla testim pozitif çıktığı gün antikor seviyemin en yüksek seviyede olduğunu ve hastalığı hafif atlatacağımı biliyordum. Akıl ve sağduyu en iyi rehberdir bence.


Öncelikle bu hastalık tamamen kişiye özel seyrediyor. Kız kardeşimde kesinlikle herhangi bir belirti çıkmadı. Arkadaşımda ve bende ilk gün karın/bağırsak bölgesine sancılar vardı, her ikimizde de ilk gece terleme/titremeler oldu, ikimizde de boğaz kaşıntısı vardı. Arkadaşım tat alma duyusunu kısmen yitirdi, benim tat-koku duyularım ve iştahımda bir değişiklik olmadı. 

Şunu belirtmekte de fayda var hastalık kişiden kişiye değiştiği gibi, aynı kişideki seyri de neredeyse saati saatine değişiyor. Şahsen bende, arada uyku hali, ara sıra burun akıntısı, ara sıra nefeste zorlanma, ara sıra balgam çıkarma ihtiyacı vb oldu. Bir de kalbim normalde olduğundan daha hızlı atıyordu, bu da vücudun virüsle savaştığının kanıtı okuduğum kadarıyla.


Bende ciğerlerde kısmi de olsa bir tutulum olduğu belli olduğundan gün içinde dik oturup hafif öne eğilerek çalışmaya çalıştım, akşam üstü yüzüstü ve aşağı eğimli bir şekilde uzanmaya çalışarak akciğerlerimin arka taraflarındaki tutulumu rahatlatmaya ve oralara oksijen girmesini sağlamaya çalıştım. Bulunduğum odaya sürekli (gece dahil) temiz hava girdiğinden emin oldum, oksijen seviyemin düşmesini engellemek için youtube’dan en sevdiğim türküleri açıp yüksek sesle eşlik ettim. Türküler bin yıllardır olduğu gibi covid günlerinde de iyileştiriyor insanı, mükemmel nefes egzersizi ve psikolojik terapi, özellikle şu türkü muhteşem nefes alıştırması(her satırı tek nefeste söylemeye çalışın)≥ Cengiz Özkan: Munzur Dağı Silelenmiş≥ https://youtu.be/9uxxS01D9n8

İmkanı olanlara, evlerine parmak tipi oksijen ölçer almalarını tavsiye ederim. Bende şu an yok ama satın alacağım.


Uzun süreden beri evimizde bolca Parol ve antivirüs pastil bulunduruyoruz. Ben şahsen günde bir defa parol aldım, sabah öğlen ve gece yatmadan önce birer antivirüs pastil kullandım. Arkadaşımın hatırlatmasıyla (okuduklarımdan covid hastalarında kanda pıhtılaşma eğilimi oluştuğunu biliyordum) günde bir tane de coraspirin almaya başladım.


Normalde su içmeyi sevmeyen biri olmama rağmen, günde iki litre su içtim. Vücuda yeterli sıvı almak her tür solunum yolu hastalığını yenmede olduğu gibi covidi yenmede de çok önemli bir faktör. Onun dışında pandemiden önce grip olduğumuzda ne yiyip içiyorsak onları da yapmaya devam ettim. 

Ama şunu söylemek lazım, burada oyun değiştirici olan AŞI! Eğer aşınız yoksa istediğiniz kadar baharat kaynatıp suyunu için, hikâye.


Bu süreçte evden çalışmaya da devam ettim. Gece sekiz saat, gündüzleri de öğleden sonra ikişer saat olmak üzere her gün toplam on saat uyudum. Bunu bir reçeteyi uygulamak için değil, vücudumun ihtiyacı bu olduğu için yaptım. Dediğim gibi, her kişi kendi vücuduna pür dikkat kesilmeli, o ihtiyaca göre hareket etmeli.


Yukarıda anlattıklarımı, neredeyse üç yıldır maske-mesafe-hijyen kurallarına uyuyorum, üç doz aşımı da oldum elimden geleni yaptım, daha napiim, diye düşünüp bir yandan da , sıra artık bana da geldi gibi görünüyor, peki ya covid olursam ne b.k yerim diye endişe ve merak içinde olanlara bir nebze de olsa faydalı olabilir düşüncesiyle paylaşmaya karar verdim. Fakat ulaşmak istediğim kişiler bizim apartmanda oturan ve oruç tuttuğu için hastalığın ona bişey yapmayacağını düşünen amca ve ispanyolca sınıfından tanıdığım kişi gibi Türk genine hastalığın işlemeyeceğini iddia eden kısmi zihinsel özürlüler değil, durumu fazlasıyla ciddiye alan ve anksiyeteye varacak ölçüde kaygı içerisinde olan, kendi yaşamlarıyla birlikte  etrafları ve tanımadıkları insanların yaşamları için de  sorumluluk hisseden güzel ve endişeli insanlar.


Bu yazının herhangi bir tıbbi iddiası yoktur ve sıradan bir vatandaşın gözünden yazılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü ve TTB gibi saygın kurumların açıklamaları esas alınmalıdır.


Hoşça, sağlıkla ve mantıkla kalın,

DSG