29 Aralık 2014 Pazartesi

Konuşkan Bir Yolcu

Kararsızlığın kendisini sevmediğim kadar havanın kararsızlığını da sevmiyorum. Ya güzel olsun ya kötü. Ya tam açsın ya tam soğusun. Arada kalmasın yani. İşte bugün saat 10'da 1 Levent'teki dersimden çıkınca, havanın çevik, atik, yaramaz ve tam soğumuşuna denk geldim. Ne yalan söyleyim, çiseleyen yağmura göre o Lodoslu yağmuru tercih ederim. Derken metro girişine doğru yöneldim. Öyle kolay olmadı tabi.

Ben ilerlemeye çalıştım rüzgar durdurmaya çalıştı. Vektörler vardı ya fizikte, aynı cisme zıt yönde ama eşit büyüklükte iki kuvvet uygulandığında cisim hareket etmezdi. Ben de o hesap, bir yanda böğrümden sırtıma bıçak gibi saplanan soğuk hava, tam zıt tarafta ve eşdirençte Kadıköy'e adım atmaya çalışan iç iradem, yerimden kımıldayamıyorum. Derken 'seni yenicem yokuş' gayretlerim sonuç veriyor, ilerliyorum.Kapüşonlu lacivert parkamla tam koruma altındayım, su geçirmiyorum. Aktif parka koruma modunda biniyorum nihayet metrobüse. Binerken kimse kimseyi ezmiyor ya şaşırıyorum. Halla hallaaa, bu işte bir iş arıyorum.
Gelecek istasyon: Nadiren de olsa metrobüste az kişi var hadisesi ve valla otobüs uçmasa iyidir dilek ağacı
Çok geçmeden, karla karışık sinirli yağmur, kucak dolusu suyu şaplatmaya başlıyor otobüsün camlarına. Eşzamanlı olarak ıslık sesleri, uğultular...Tam köprüden geçerken bakıyorum gökte bulut fırtına topluyor ve tüm bu manzaraya bir de otobüsün sarsıntısı ekleniyor. Besmele böyle bir anda icat edilmiş olmalı!
(Muhtemel) Gelecek istasyon: Cehennem Caddesi
İster istemez etrafıma bakıyorum, magazinel boyutu had safhadaki bu dar zamanda şok edici paslaşmaları paylaşacak birilerini arıyor gözlerim. Solumdaki genç kadın, çivit mavisi pantolonu, hardal renkli anorak montu, tepesinden pon ponlu siyah beresi ve berenin altından özgürlüğüne kavuşmanın heyecanıyla iyice kabarmış turuncumsu kıvırcık saçları, siyah çerçeveli gözlükleri ve dişlerindeki teller ve son olarak da makyajsız suratıyla, 'tüm bu olan bitenle ilgili sağlam bi espri patlatırsan es geçmem basarım kahkahayı' potansiyeli vadediyor.
Bir sonraki durak: Yanındakiyle konuşmaya ihtiyaç duran yolcular zamanı

-güneş, güneş, güneş, sonra birden fırtına, diyorum gülümseyerek.

Tellerini gösterecek kadar gülümsüyor. Bir şeyler söylüyorsa da ben duymuyorum. Bir leğen sulu kar bir anda cama çarpınca OHAA diye daha bi güçlü çıkıyor sesim (buna da tepki verme de göreyim, hardal montlu!) Kız bu sefer bişeyler mırıldanıyor ama şimdi hatırlayamıyorum. Hadi 'Evet' demiş olsun. Zorlarsam. 
Köprü bitiminde biraz geçiyor siniri Lodoslu yağmurlu karlı havanın.
(Özlenen) Gelecek istasyon: Cennet Mahallesi
Sonra hardallıyla aynı yaştaki gençlere bakıyorum. Hepsinin akıllı gözleri, akıllı ekranlarında telefonlarının.
'EYVAH!' diye geçiriyorum içimden! Yan koltuktaki yaşlı teyzenin inatla benimle konuşmaya çalıştığını, benimse gözümü elimdeki kitaptan ayırmayarak 'seninle konuşmak istemiyorum, anlasanaaa!' mesajı vermeye çalıştığımı arkadaşlarıma hararetli hararetli ve gözlerimi yuvarlayarak anlattığım günlerin üzerinden bu kadar çok zaman geçmiş olabilir mi?
İkide bir muhatap olduğu gereksiz ve kasvetli soruları savuşturmak için, ağzında gevelediği kelimemsi heceler bütününden tepkimsi tepkisizlik veren küçük kız; yaşamı tüm ağırlığınca hisseden, duyumsayan, tartan, çarpan, bölen paylaşan büyük kadına bu kadar çabuk dönüşmüş olabilir mi?
Bir sonraki durak: Ayrılık çeşmesi

Sayın yolcularımız, uyuyanlarla uyanıkların yollarını ayırdığı ayrılık çeşmesi durağımız bu yöndeki son istasyonumuzdur. Kendini arama istikametine devam etmek isteyen yolcularımızın, da-HA-çok-YO-lun-VAR nolu hattımıza aktarma yapmaları gerekmektedir.
d


23 Aralık 2014 Salı

Bilmiyordum ne haldeyim...

Uzun zamandır yazamıyordum.
Uzun zamandır yazacak fikirleri bulacak zamanı bulamıyordum.
Uzun zamandır zamanımı, fikirlerim hakkındaki fikirlerime ayıramıyordum.
Uzun zamandır, kalbimde, fikrimde, içimde, özümde ne olduğunu arayamıyordum.
Uzun zamandır, yine Dünya meseleleri olmuştu kıblem.
Uzun zamandır, iş derdine düşmüştüm, aş.
Uzun zamandır, başımda bir telaş, kendimi arama işim, kendimi arama aşkım, güme gitmişti.
Bir yorulma bir koşturma.
Bir yorgunluk, anlatamam.
Bir para kazanma çabası, tekrardan.
Bir 'başladığım yere geri mi döneceğim?' tasası.
Grileri bağladım, üzülüyorum.
Dünyevi dertlerle meşgul olmak bir ucunda terazinin, diğer ucunda ben.
Bugün bulamazsam eğer bu dengeyi, hikaye en başından başlayacak:
Ben kimim, burada ne yapıyorum, amacım ne?
Sonra durdum, düşünmek için durdum, düşündüm durdum.

Pazartesi günü, öğrencim, kat ettiği mesafeyi ben söylemeden fark edince, içi kıpır kıpır oldu, çaktırmadan,
Bir kadına çaktırmamak ne mümkün, hele bana. 
Onun içi kıpır kıpır, benim ki ha keza! 
İçi para dolu kaseye bi koydum dirseğimle, dedim 
Başlarım nakitine, parasına, bilmem nesine,
Bir insanın içinin içine sığmamasından kıymetli mi?

Salı günü bir diğer öğrencimin gözleri uykusuzluktan kançanağına dönmüştü, bi tekme attım içi ders dolu kaseye, 
Başlarım dedim, Türkçesine, telaffuzuna, öğrenmesine,  
Bir insanın tatlı uykusundan değerli mi?

Çarşamba günü bir başka öğrencim, ana dilinden çok farklı bir dilde, sırf,
Ne zaman 'günaydın', ne zaman 'iyi akşamlar', ne zaman 'iyi geceler' dendiğini kavradı diye sevindi ama bunun 90 dakika sürmesine biraz bozuldu.
Onun kafası karışık, benim içim bitter tatlı, bana bir hediye uzattı.
Bir CD. 
Amalia Rodrigues. 
Ona müziği çok sevdiğimi, ve bir gün Dünyayı müzik rotasıyla gezmek istediğimi demiştim.
Bir de Fado müziğini Portekiz'de dinlemeyi ne kadar istediğimi.
Ben gidememiştim ama Dünyanın müzik rotası sınıfımdan geçmişti.
Bir tokat attım içi kelime dolu kasenin içine, cümleler saçıldı her yere.
Başlarım dedim, özneye, yükleme tümlece,
Gönülden gönüle kurulu bu köprüden kuvvetli mi?

Perşembe günü, dört kişiden mütevellit grup dersimde had safhada bir dikkat dağınıklığı. 
'de eki' diyordum, 'bir nokta, bir yüzey, bir kapalı alanda bulundan kişi, şeyin yerini, veya gerçekleşen durumları ifade etmeye yarar.'
Yok, resim çizmeler, teatral hareketler, bir yere kadar, sabrım tükenmekte...
Dersin sonuna sakladığım türküyü çalmadan önce, her birinin önüne, sözleri bıraktım.
Boşlukları doldurunuz dedim ve sağ elimin sol işaret parmağıyla PLAY tuşuna klik ettim!
Bir sessizlik, bir merak, bir hipnoz, bir hayret, bir heyecan,  bir huzur, bir huşu.
Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece, bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum gündüz gece....
İşte ben de uzun zamandır böyle ne halde olduğumu bilmeden gidiyordum ya gündüz gece, o gün o saat o dakka yeniden durdum.
Uzun zamandır bir denge arıyordum aş derdiyle benlik derdi arasında,
Uzun zamandır, aç kalmadan ve benliğimi açıkta bırakmadan nasıl yaşarım diye düşünüyordum.
Her zamanki gibi imdadıma yetişti türküler.
Uzun ince bu yolda, iki kapılı bu handa, dağda, ovada, çölde hatta uykuda,
Durmadan yürümeye karar veriyorum ve her daim taşımaya ant içiyorum, 
beni arayan beni, içimde.
d

2 Aralık 2014 Salı

Duygu mu? Etiket mi?

Aşağıdaki yazı, bir seminer filan olsa, iki aşamaya ayırır öyle okurdum. Biraz uzun zira.




Wat Arun Tapınağı  Meditasyon Merkezi, 23 Kasım, 16:30
Uzunlamasına bir oda, bir koridor. Karşımızda Buddha heykeli, onun önünde, beyaz doktor kıyafetleri içinde buğday tenli bedeniyle bağdaş kurmuş oturan Sensei. Sensei'ye göre solda ben, sağda J, minderlerimizin üzerindeyiz. Dışarıda hava otuz derece ve aydınlık. Bir saat ücretsiz meditasyon yapmaya geldik. İki buçuk saatin iki buçuk dakika gibi çabuk geçeceğinden bihaberiz.

H: Hoşgeldiniz.
D, J: Hoşbulduk.
H: Buraya gelmekteki amacınız veya buradaki tecrübeden beklentiniz nedir diye sorabilir miyim?
D: Son dört yıldır, yani otuz yaşıma girdiğimden beri, içimde matruşka gibi iç içe yerleşmiş kutuları açıyorum. Ve sanki başka birine dönüşüyorum ya da kendim oluyorum. Kısacık bir an, kısa bir şahitlik, küçücük bir nesne, minicik bir resim, bende seri reaksiyonlar başlatıyor. Bir kaç girdi, sonunda bolca enerji ve çokça düşünce ve duygu çıkarıyor açığa (Sesim titriyor konuşurken, gözlerim  doluyor). 
    Düşündüm ki, belki meditasyon, bu, kendimi arama, cevapları bulma sürecinde iyi bir yol olabilir. Açıkçası çok da fazla şey bilmiyorum bu konuyla ilgili. Tek bildiğim, gözlerini kapatıp, burnundan içeri giren nefesi gözlemlemen gerektiği.

H: Açık konuşmak gerekirse, eğer kendini arıyorsa bir insan, yani, o meşhur, 'ben kimim?' sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsa, meditasyon bunun tek yolu. Bir yolu demiyorum, tek yolu.
Evet, burnundan giren nefese odaklandığın doğru, ama bu sadece yoğunlaşma kısmı. Çoğu insan bunu yaparken, aklına gelen düşünceleri kovman gerektiğini söyler. İnsan hiç, düşünmeyi durdurabilir mi? Ya da şöyle söyleyelim, düşünmeyen bir insanın, bir zombiden farkı olabilir mi? (Gülüyor)
Yoğunlaşma, birinci kısmı işin, bir de içgörü gerekiyor. Aklına gelen düşünceyi gör, dur, ondan uzaklaş, onun dışına çık, olayları geri sar. Bu düşünce nasıl oluştu, kaynağına git.
Biz aklımıza gelen çoğu şeyi  'duygu' diye adlandırırız.
Size sorayım, en çok hissettiğiniz duygular ne?
D: (Neredeyse düşünmeden) Heyecan ve hüzün.
J: Endişe genelde. Ama...
H: Zaman doldu! Bunlar aslında duygular değil. Duygu dediğin üç türlüdür. Hoş duygu, nahoş duygu ve nötr hâl.
a. Nötr hâl şöyledir. (İki elini, yere dik konumda bana doğrultarak) Güzel bir kadın. Bu kadar. Hoş ya da nahoş bir duygum yok şu anda. Nötrüm.
b. Hoş duygu... (Sağ eliyle, sağ duvara monte edilmiş pervaneyi işaret ederek) Pervane dönünce yüzüne bir esinti vuruyor. Serinliyorsun. Pervane neden, yüzündeki serinleme hissi sonuç. Burada neden-sonuç ilişkisi çok önemli. Olayı geri saralım.
1) Yüzüne rüzgar değdi.   (Form ya da madde)
2) Bunu vücudunla algıladın.  (Duygu ya da his)
3) Sıcak bir havada, bu serinleme durumunu, HOŞ olarak kategorize ettin. (Algı)
4) Buna, pervanenin bu hafif esintisini seviyorum adını verdin. (Ruhsal oluşumlar)
5)  Bunları yaptığının bilincindesin (Farkındalık)

Yani aslında, sevmek, hoşlanmak, üzülmek, sinirlenmek, vb bunlar duygu değildir. Senin, gerçekleşme anındaki koşullara bağlı olarak, bir olayı algılayışın ve buna bir ad koyuşundur.

c) Nahoş duygu...
*XX kişisini çok seviyorum. Çünkü yolumu kaybetmiştim, bana tarif etti, vakit ayırdı, yardımcı oldu. O gün, o durum, o anda bu Hoş duyguya, 'XX kişisi çok iyi biri' adını verdim.
*Başka bir gün tekrar onunla karşılaştığımda benimle pek ilgilenmedi. Kendi işiyle meşgul oldu. Aynı kişinin bende yarattığı bu NAHOŞ duyguya, 'XX'e gıcık oluyorum' diye bir ad verebilirsin. Hatta ondan nefret ediyorum bile diyebilirsin.

Dediğim gibi etki-tepki, neden-sonuç ilişkisi önemli.

Yine beyaz doktor takımı giymiş bir kadın bana ve J'ye su, Sensei'ye yeşil çay getiriyor.
--o--

Bir sürü meditasyon çeşidi var. Buddha'nın yaptığı Vipassana meditasyonu. Duymuş muydunuz?

D: Kızkardeşim, çok çabuk sinirlenen biri. Hatta çocukken başını yukarı kaldırıp konuşmaya başladığında, boynunun sağ tarafında bir damar belirirdi. Ben de on günlük bu Vipassana'nın ona iyi gelebileceğini düşündüm. Gerçi detaylı bilgim yoktu ama...
H: Sen, bilinç altında doğru olanı biliyormuşsun demek. İşte bu altıncı his denilen şey, aklın ta kendisidir.
D: Biz onu duygu zannediyoruz.
H: Hayır, altıncı his denen şey, akıldır. O da tıpkı görme, duyma, dokunma, tatma, koklama gibi bir algılayış biçimidir. Olayları bazen bu duyulardan sadece biriyle, bazen bir kaçıyla bazende bu duyular ve akılla birlikte algılarız. Bunun adına da 'içimden bir his şöyle diyor' deriz.
Biliyor musunuz ben Amerika'da okudum. Okul bitince, memleketime döndüm, Endonezya'ya. Kendi şirketimi kurdum, CEO oldum. Arabam Mercedes Benz. İnanılmaz çalışıyordum, genellikle de sinirliydim. Sinirlendiğim zaman, iki kaşımın ortasından saçıma doğru bir damar belirirdi. Diyelim trafikte biri bana korna mı çaldı, arabadan iner, kavga etmeye giderdim. Maçoyum ya, erkeğim, güçlüyüm yani... (gülüyor, gülerken gamzeleri çıkıyor)
Sonra, anneme, bizi büyüten, besleyen, okutan bize bakan anneme vefa borcumu ödemek istedim. Annemin en çok istediği şey budist rahip olmamdı. Tayland budizmine çok değer veriyordu. Tamam, dedim. Tayland'da bir tapınağa gittim. Çırak rahip olarak ustamın söylediği her şeyi yapmakla yükümlüydüm. 
Ustam, beni, göl içinde bir adaya yolladı.
Zifiri orman. Yılan mı istersin, akrep mi...Çok ağladım ilk üç ay.
D: Geceleri ne yapıyordunuz?
H: Diyorum ya işte ağlıyordum! (gülüyor gamzeler, ve gözler)
Turuncu tek parça rahip elbisemi, vücudumun etrafına sarıyordum koza gibi. Elimde de küçücük bir Buddha heykeli, devamlı dua ediyordum. Tabii Buddha muda işe yaramadı (yine gülüyor)
D:Ben olsam üçüncü dakkada kaçardım.
H: İyi de, dillerini bilmiyorum (sensei Endonezya'dan gelmiş çünkü, ds) yanımda para da yok. Yakın köylere gidiyorum balıkçı tekneleriyle, lapa lapa bir pilav bulup karnımı doyurabilirsem ne âlâ. Öyle bir yer ki, balıkçılar gündüz avlanıyor ama geceleri gelmiyorlar benim olduğum yere. Korkuyorlar. Öyle bir yer. Ne derler hani, hayaletli olan cinsten. 
D: Toplamda ne kadar kaldınız orada?
H: İki yıl... Ormanda anneme çok kızdım ilk zamanlar. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ona, sanki yanımda beni dinliyormuş gibi. Beni ne hallere soktun, diyordum. Sonra meditasyon yapmaya başladım. Korku, merak, istek, heves, sevgi, özlem, vs. Tüm bunları yaşama anında şunu anladım, bunlar geçici, bir süre sonra bu his, orada kalmayacak, gidecek.
Her şey geçici. Nefret, hoşnutluk, rahatsızlık, biz... Herşey ve hepimiz geçiciyiz.
Ama biz tam tersineymişçesine sıkı sıkıya yapışıyoruz bir şeylere. Bir restoran güzel mi, tamam, sonsuza dek güzel kalsın. Bu insan iyi mi, sonsuza dek bana iyi olsun.
Eğer biz, bedenimiz, varlığımız gibi, bu hislerin de geçici olduğunun farkına varmayı becerebilirsek, kalp grafiğindeki dik dalgalar gibi duygu dalgalanmaları yaşamaya son verebiliriz.
(Sağ elinin işaret parmağıyla, sol koluna bir çizik atıyor, hayali bir bıçak yarası) Şimdi ben bu yaranın üzerine bant yapıştırsam iyileştirmiş olur muyum? Bu problemi halletmiş mi olurum? Doğru dürüst baş etmem lazım bu durumla.
Bugünlerde herkes kafasına sıkıp intihar ediyor. Küçücük bir sorunda, problemde, yaşamına son verebiliyor. Neden?
Herkes her gün duş alıyor, keseleniyor, kremleniyor, taranıyor, yiyor, içiyor, egzersiz yapıyor. Peki ya zihin temizliği, zihnin beslenmesi, zihnin egzersizi?
D: Vücudumuzda her şey kendini iyileştirmeye programlı ama bir tek zihin kendini iyileştiremiyor, öyle mi?
H: Aynen. O yüzden bilinçli bir emekle, belli bir rutinde, zihnin de bakımının yapılması lazım.
Ben, günde dört saat uyuyorum. Zihnim yorulmadığı için, dinlenmesine de çok zaman ayırmaya gerek kalmıyor. Ayrıca çok aşırı efor sarfeden bir beynin ihtiyaç duyduğu kadar yemek yemeye de gereksinimim yok. Günde bir öğün.
D: (Neeeee?) (Yok ben kendimi aramaktan vazgeçtim :) 
H: Ben genellikle ilk gün meditasyon yapmayı tavsiye etmiyorum. 
D: Ben de diyecektim, bu kadar bilgiyi sindirmem lazım, düşünmem lazım diye. İyi oldu sizin söylediğiniz.
D,J: Çok çok teşekkür ederiz. 
H: Rica ederim. Teknoloji elimizin altında, niye akıllıca kullanmayalım? Sorularınız, fikirleriniz olursa her zaman bana email yazabilirsiniz.


Wat Arun Tapınağı, 
*İnsanlığın Gelişimi için Toplumsal Öğrenme Merkezi;
*Buddha Dharma Uygulama Merkezi ve Uluslararası Yardım Kuruluşu, 23 Kasım, 19:00

Sensei adını, saatlerimiz on dokuzu gösterip hava karardıktan ve olağanüstü Şafak Tapınağı gece aydınlatmalarıyla ışıtılmaya başladıktan sonra veriyoruz ona. Asıl adı Hartanto. 
Eski CEO, eski maço, eski erkek, eski zengin, eski sinirli, eski hırslı, eski paracı, eski insanımsı... 
Yeni zihin açıcı, yeni umut verici, yeni çağ atlatıcı, yeni aydınlatıcı, yeni gülengözlü, yeni gamzeli, yeni cinsiyetsiz, yeni insan...


24 Kasım 2014 Pazartesi

İki zaman, bir tünel

Bangkok, Tayland, 2014
Uzakta, her zaman oldugum yerden uzakta bir doguda...
Saat on birde anca uyanabiliyorum. Vucudumu, saatin sabahin altisi olmadigina inandirmam imkansiz. Yanimda en vazgecilmezim.
Kigi, Bingol, 2008
Yakinda, dogdugum yere yakin bir doguda...
Sabahin besinde tum ev halkiyla birlikte ayaklaniyorum. Telasli bir heyecanla kapli evin ici.
Yanimda, vazgecilmezlerini say  deseler bir nefese sigacak kadari.


2014
Koskoca bir ulkenin tadina bakmaya geldik. Saskin ve heyecanliyiz.Bizi yuzen pazara goturen taksi-teknenin soforu ikide bir havalandirip caaaat diye vuruyor uzun teknenin onunu suya.
Gergin gergin gulumsuyoruz, egleniyor numarasi yapiyoruz.
2008
Koskoca bir tarihin tozunu kaldirmaya gittik. 
Bir koy minibusunun icinde mutlu ve merakliyiz.
Soforumuze rotayi verdik. 
Mezopotamya ovasinda bir gunde gidilebilecek yerlerin tumune gotur bizi, dedik.
Tek gidis tek gelis iki serit yolda bizim sofor habire karsi serite musallat oluyor, sakayla karisik uyariyoruz.
Yuzumuzde gergin bir gulumseme.

Asya
Az gidiyoruz uz gidiyoruz, cok guzel yerleri geziyoruz.
Derken bir kanala giriyor tekne.
Varostan bir Venedik dusunun.
Yoksul.
Boy boy camasirlar asili, temelleri suya gomulu balkonlarda. Bebek donu, is pantolonu, fistik yesili bluz.
Fukaraligin magrurlugu, ipe asili tertemiz camasirlardan belli eder kendini, benim memleketimde de.

Orta Dogu
Az gidiyoruz uz gidiyoruz, cok guzel yerleri geziyoruz.
Derken  agacsiz bir ovaya giriyor minibus.
Gerdandan bir kent dusunun.
Yoksul.
Sira sira evler dizili. Temelleri yok aslinda.  Catisiz evler, topraktan damlar.Toprak damli evlerin onunda ipe serili camasirlar.

Uzak
Buranin insani yemesini, pisirmesini biliyor.
Eksiyi, tuzluyu, suluyu kuruyu tadinda birakiyor, tam parmaklarini yiyecegin noktada.
Burada insanlar aciyi da biliyor bal eylemeyi de.

Uzak
Buranin   insaninin eli bir yiyecege  degmeye gorsun,  tadindan yenmiyor. Eti, tavugu, baligi, sebzeyi,  neyi neye katacagini biliyor.
Burada insanlar, cokca aciyi bolca bala katiyor.

Bangkok
Wat Arun demisler adina. Safak Tapinagi demek. O kadar dik ve yuksek ki,  yarisina cikilabiliyor.
En tepesinden en asagi bakiliyor. Aydinlanmis, kendini bilen, kendini taniyan insanin, aydinlanmamisa, tanimamisa, bilmemise bakmasi gibi.
Batman
Hasankeyf demisler buranin adina. O kadar yuksege kurulmus ki   yukari cikarken basin donuyor.
En tepesinden Dicle nehrine bakiliyor. On bin yili goren, deger verenin, gormeyene,  deger vermeyene bakmasi gibi.

2014
Derken karnimiz acikiyor. Para bozdurmamiz lazim.Yuzunden guleclik gozlerinden isilti akan kucucuk bir kadin, bize yol tarif ediyor. Sonra dayanamiyor, kapi onu nobetciligi ettigi restorandan kosarak uzaklasiyor, belli ki onumuze dusuyor, nefes nefese ama gulumsemeyi ihmal etmeden, iste orasi, diyor.
Bozulmus paralarla geri donup yemeklerimizi yiyoruz.
Sonra birlikte fotograf cektiriyoruz aksamin karanliginda, kucuk kadinla. Once bizim makinemizle sonra onun telefonuyla.

2008
Derken, tarih acligi kapliyor icimizi. Rehber bulmamiz lazim. Bir minik rehberler surusu  goruyoruz.Yuzunden utangaclik gozlerinden zeka akan  sari sacli mavi gozlusune  gel ediyor babam. Turkce, Kurtce, Ingilizce, Arapca ve birazda Japonca anlatabiliyor oranin tarihini Ahmet. Vazgecilmezlerim onu sevmelere doyamiyor. Dicle uzerinde caydanliktan ictigimiz cayin, bir kucuk bardagini icmeye razi edemiyoruz onu. Catir catir hakettigi harcligini zorla koyuyor cebine babam.
Sonra birlikte fotograf cektiriyoruz aksamin karanliginda, sarisin cocukla. Bir tek bizim makinemizle.

Dunya
Mutluluktan leyla olmuslukla ben, fotograf makinemi, gece pazarina nehir uzerinden ucretsiz servis ceken motorda unutuyorum. Leylalikla ayrildigim iskeleye gerginlikle geri donuyorum. Nihayet bizimkisi yanasiyor.
Tam yanasmadan motor, sicrayip, solugu kaptan koskunde aliyorum. Soforun suratinda sakin bir gulumseme, siyah cantanin icinde teslim ediyor makinemi bana. Gece 00.39da basimi minnetle yastiga koyacagim adrese dogru ilerliyoruz.

Dunya
Mutluluktan leyla olmus biz, minibuse geri dolusuyoruz.  Minibus Dicle nehrinin uzerinden gecerek  yola koyuluyor. Hepimiz, icimizden, aklimizin ve duygularimizin buyuk bir kismini' on bin yasindaki o cennete emanet biraktigimizi geciriyoruz. Geziyi organize eden kisi olarak ben, tum gun sicaktan, gaza basmaktan, bizimle beraber gezmekten bitap dusmus soforun karsi seritte harcayacagi muhtemel zamanlari dusunuyorum. Leyla, oluyor Gergin. Sonra, onun  anlayacagi ama incinmeyecegi bir dilde paylasmaya calisiyorum endisemi. Sen merak etme diyor, bu insanlar bana emanet.
Gece 03.00da basimi huzurla yastiga koyacagim adrese dogru ilerliyoruz.    

23 Kasım 2014 Pazar

Uzak bir doğu...

Uzakta, doğuda, uzak bir doğudayım...
Umarım Pazartesi yazımı yetiştirebileceğim.
Seni yenicem yavaş internet bağlantısı!
d

17 Kasım 2014 Pazartesi

İnsan Kaç Kere Doğar?

16 Kasım 2014, Pazar 
09:30
Sayin D.S, dogum gununuzu kutlar, iyi seneler dileriz. Bonus Card (Türkçe karakter yok, dikkat)

Nüfus cüzdanım, otuz dört sene evvel bugün doğduğumu yazıyor. Pembe mi turuncu mu kırmızı mı belli olmayan o kimliği hiç sevmedim. O yüzden, hazır yaşı otuz beş etmiş yolu yarılamışken ve daha fazla gecikmeden kendime yeni bir nüfus cüzdanı yazayım istedim:




Bilen bilir doğum günlerinin abartılmasına alerjiliyim.
Ve kimse bilmez doğum tarihimi sık sık yenilerim.

Misal;
Sekiz yaşındaydım. Kanepenin üstüne çıkıp, ayak parmaklarımın ucu üzerinde yükseldiğimde, duvarın en üst yerine asılı divan sazına artık ve nihayet boyum yetişmeye başlamıştı ve miniminnacık baş ve işaret parmaklarımı mızrap yapıp, önce bam, sonra alt sonra da orta tellerine dokunarak sazın, ilkel bir melodi çıkardığım o ilk gün yeniden doğmuştum.

09:34
WORLD DOGUM GUNUNUZU KUTLAR. BUGUN WORLD ISYERLERINDE YAPACAGINIZ ILK 100 TL HARCAMANIZA SIZE OZEL 5TL PUAN HEDIYE. KARSIYERE JOKER VADAA EK PUANINIZI HATIRLATIN. (Bu bankada hesabım yok, bu arada)

On altı yaşındayken, sürgün gittiğimiz Bilecik'te, okulda sık sık yapılan rutin sınıf aramalarından birinde, doğduğum yere alerjisi olduğunu birazdan anlayacağım okul müdürünün, masanın üzerindeki cırt cırtlı lacivert cüzdanımı cırt cırt diye açıp, abimin resmini işaret parmağıyla döverek, sinirli gözler ve çatık kaşlarla ve hiç konuşmadan 'bu kim' demeye çalıştığı gün, ana rahmine  düştüğüm topraklarda, bir kez daha doğdum.

Yirmi iki yaşında, taze mezun bir mühendis olarak, ardımda biriktirilmiş çokça dost, bolca anı, sürüyle cefa bırakıp önüme bir sürü umut katarak, Ankara'dan ayrıldığım o gün, geleceğe yeniden doğdum.


Sekiz/sekiz/iki bin sekiz. Sağımda kardeşim Z, sağ çaprazımda kuzenim H. Tam karşımda, üç yıl sonra bordo renkli uluslararası evlilik cüzdanımızda resimlerimiz yan yana yapıştırılacak adam, bize ney çalıyor. Şarkının notalarında kaybolurken o akşam ben, üflenerek, yine doğdum.





On yedi temmuz. İki bin on bir. Gözlerimin önündeki duvaktan doğru bakıyorum etrafımdakilere. Babam, gelinin saçı bozulacakmış ne gam, kol dirseğinin içiyle boynumdan kavrayıp, her zamanki gibi alnımdan öpüyor. Az sonra Amelie'nin film müziği çalacak, o 'Yes, hai' diyecek ben 'Erê, evet' diyeceğim, şahitler imzalayacak, konuklar alkışlayacak, ve biz el ele çıkacağız yeni bir hayat yolculuğuna. İşte o pazar öğleni, ben yeni bir yolcu olarak yeniden doğdum.

11:02
Dogum gununuzu kutlar, iyi seneler dileriz. Halkbank

Yirmi dört nisan iki bin on dört. Diyarbakır'dan, Hollandalı gazeteci arkadaşım F, telefon etti. Baban da çıktı mı canım?
..
O gece saat bire kadar, kaç yüz insanla telefonda konuştum, kaç kere sevinçten ve heyecandan içim patlama noktasına geldi, kaç kişiye sarıldım, kaç kişi beni öptü, ben kaç kişiyi öptüm sayamadım. Ben hayatımda daha önce hiç, paylaştıkça çoğalan bir mutluluğu bu kadar çok insanla birlikte yaşamamıştım. İşte o gün, çoğalarak, tekrar doğdum.

12:49
Iyi ki doğdun bebiişiiiiiiiiimmmm:)))) ve iyi ki varsın:)) yeni yaşında sağlık ve mutluluk dilerim:))seni çok seviyorum sevgiyle kal:)) (Kuzenim Ym)

Altı eylül. Sıraselviler Caddesinde bir apartman. Bir birinden güzel iki kadın, kariyer 'rüya'larında kaybolmuş on insana merhem olmak üzere bir seminer hazırlamış. On kişiden biri ben. Bir soru soruyorlar, diyorum ben bugün bir ay gibiyim. Karanlıktayım ama ışımaktayım. E diyorlar peki nereye varmak istersin. Diyorum ki, isterim yıldırım olup çakayım.İki saat sonra, bir yıldırım hızıyla açıyorum bu blogu. Ben kimim diye bir soruyu, ulu orta sorarken kendime, ciğerine ilk kez oksijen dolan bir yeni doğan gibi, avazım çıktığı kadar bağırarak, bir daha geliyorum dünyaya.

Bugün. On altı kasım iki bin on dört. Pazar. Abimle, Kadıköy'ün Yeldeğirmeni'ne çıkan sokaklarından birinde, Karlı Müzik Aletleri diye derme çatma bir saz evine girdik. Bir dut, iki maun, iki sapelli toplamda beş kısa saplı saza baktıktan sonra kararımızı verdik. Bir bağlama, iki takım tel, üç mızrapla kapıdan çıkarken, geride bir memnun esnaf ve içimizde iki mutlu kardeş, ezogelin çorbası çekti canımız.
-D, doğum günün kutlu olsun, bu da senin kendine hediyen olsun.
-Sağol abi, hepimize hediye olsun.

İki küçük çocukken, kollarımızı bir birimizin omzuna dolayarak, bizden önce bin beş yüz yıl boyunca Ermenilerin yaşadığı Kiğı'nın sokaklarını arşınlarken hissettiğim mutluluğun tekrarıyla coşarken kalbim, işte ben bugün yeniden doğdum.


Yani benim güzel okuyucum, insan kimliklerde yazıldığı gibi bir kere gelmez dünyaya. İnsan, çok kere ölür ama çok kere dirilir ve pek çok kere yeniden gelir hayata.
inatla ve aşkla,
d

10 Kasım 2014 Pazartesi

Harbiden, Ben Kimim

çocuktan bir kalp benimki, sevilmek isterim
öfkelenince, buz gibi bir nehir akar tam orta yerimden, bir vadiyim
etten bir zindana hapsolmuş bir yolcuyum, göçebeyim, 
sayınca, bir elin bir kaç parmağını geçmem, çok değilim
ama canlıyım, indirsen tokadı suratıma, dolar kanım parmak izlerinin çukuruna,
bir büyüteç gibi yakar gerçeği gözlerim, alevi etrafı sarar,
bir dağım, mağrur, doruğuma çekilir sık sık düşünceye dalarım,
dağ dediğin gök altında bir toplu iğne başı, küçüğüm,
en çok en sevdiklerimin üstüne giderim, bazen zalımım,
bir bebek ağlar, kulak kesilirim, herkesin acısında hisseliyim,
çeliğin rengine boyadığım içim, dokununsan ufalanır, kırılganım,
bana bakan boynunu kaldırır yukarı, bazı bazı heybetlenirim,
isterim herkes tenini çıkarsın, ruhlar meydana çıksın,
ruhlar birbirini tanısın, esas o zaman er meydana çıksın ya da ya da dostlar sofraya gelsin.

ben bir kadınım, hep düşünülmek isterim,
açtım mı kollarımı ürkütür kanatlarım , sardım mı sevdiğimin etrafına, buzu bile kaynatır,
hem bülbülüm, güle vurgun, bülbülüm, sesim yanık, 
hem arıyım, her çiçeğe konarım.
her çiçeği koklar, türlü ballar yaparım,
pişmanım, müzmin pişman,
damarlarımda akan kanın adı isyan, çok pis kafa tutarım,
su uyur, ben suya taş atarım.

ben bir melodiyim, ağızdan düşmeyim isterim,
ya da ağızdan kağıda döküleyim, karalanayım
düğümleri açayım, anlaşılayım,
heyecan yoksa ben katayım, çoksa yatıştırayım,
gezeyim, o gönül senin bu gönül benim, dost arayayım,
ille dosttan bir tek gül alıp, yaralanayım,
bir ceylan gibi sekeyim kayaların üzerinde, ama kaymayayım,
zamanda ileri gideyim, genç kalayım,
el öpeyim ama saygı göreyim,
bir bakayım rüyadayım, kâbuslardan uyanayım,
bir yapıp bir bozayım, kayıp parçayı bulayım,
haykırdım mı var gücümle, sesim dönsün kendime, beni duyayım,
seversen beni, hadi seni göreyim,
az gideyim uz gideyim, çok yeni yerlere varayım.

ben bir denklemim, çözülmek isterim,
bilinmeyenlerim bir birinin aynı, inanılmaz basitim,
topla çıkar çarp beni, sonuçta hep birim,
yalnızım sık sık, +1 isterim.
bir tesadüfüm, hayatlara düşerim,
yaşanmaya mecburum, bir kaderim,
bir umudum, doğarım sabahleyin
bir korkuyum, hortlarım geceleyin.
aceleyim, kaçırmayım, yetişeyim,
akarken hayat nehri  atlayıp yüzeyim,
bazen çıkıp dışarı güneşleneyim, 
su akar deli bakar, ara sıra delireyim.

ben bir coğrafyayım, keşfedilmek isterim,
konuştuğum dil bence, yaşarım herkesçe
tırnaklarım, topuklarım, kulaklarım tuhaf görünse de,
duygularım tanıdıktır, inanmazsan göstereyim.
danslarım yan yanadır, dayanmazsam düşerim,
yüksektir kavgalarımın sesi, yankı yaparım
erkeklerim çalışır, çocuklarım kaçışır, yaşlılarım söyleşir, kadınlarım ağlaşır bazen,
savurur taneleri masmavi göğe seneleri harman ederim,
sabanı sürer açarım üstünü toprağın, her adım başı bir tohum bırakırım,
yağmur gelirse yeşeririm,
güneş gelirse filizlenir,
rüzgar gelirse salınırım,
her kışı, her yazı, her baharı bekler, yaş haddime eklerim.

bir ağacım ben, büyümek isterim
iner köklerim yerin en altına, uzar dallarım göğün ortasına
bir ormanda köklenir, bölüşürüm,
dallarıma değsen tenine iz düşürürüm,
kapanmaz çiziklerin izi, düşündürürüm,
rüzgarda kavak gibi kulağa çalınır, bir söğüt gibi gözlerde salınırım 
bir meşe olur, kışı ısıtırım,
bir çam, bilgileri sınarım,
bir yuva bazen kuşlara, bir yol çoğu zaman karıncalara, 
sarmaşıklar kandırır beni, safım,
bahar benim mevsimim, heyecanlanırım,
yaşım çember çember, yaşım kalbimin içinde,
sabırla, emekle, doğayla, beraber, tek, sarararak, yeşererek, bekleyerek, umarak, yaratarak, güzellikle, haşinlikle, sevgiyle ve merakla, yaşarım!
d

3 Kasım 2014 Pazartesi

Ben, Sevdiklerim ve Geri Kalan Herkes

Geçen haftaki deney sürecinin çok faydasını gördüm. Bu doğrultuda bir süre devam etmekte yarar var, zannımca. Sırada yine bir gözlem-deney var. Bu hafta, insanları kafamda üçe ayırdım. Kimyasal olaylardaki gibi tepkimeye girip duruyorlar, fiziksel olarak birbirlerinden ayrılmaları mümkün değil, o nedenle sadece beynimde ayrıldılar. Şöyle:
  1. Ben: kafamın içindekiler doğrultusunda dilimin söylediği, bedenimin yaptığı şeyler.
  2. Sevdiklerim: yakından tanıdığım ya da tanıştığım, önemsediğim, değer verdiğim kişiler.
  3. Geri kalan herkes: doğrudan bir bağlantım olmamakla birlikte, hayatıma etki edenler, diğerleri.

Bir de, annem, diye ayrı bir kulvar olmalıydı aslında, (hiç birine uymuyor zira) ama o başka bir yazının konusu olsun. Biz deneye geçelim.
Davranışlarım, hobilerim, hassasiyetlerim, zevklerim, dünyayı görüşüm, dünyayı algılayışım, vs ne ölçüde diğerleriyle örtüşüyor-ne ölçüde farklılaşıyor, mesele bu! N.Ş.A'da, başkalarından farklı olmayı arzularım, ancak ve ancak bir sorun yaşıyorsam, o sorun konusunda herkesle aynı olmayı isterim, onun dışında aynı olmak itici gelir. Ama gerçek bu mu acaba? Bazı insanlarla,başka bazı konularda aynı olmayı istiyor olabilir miyim? Kendimi bir yere ait hissedebilmek için ilk koşulum o yerdeki kişilerle özdeşleşmek olabilir mi? Farklılıkları ben ne kadar tolere ediyorum ki, çok farklı olmayı ve o halime kabul görmeyi bekliyorum? Diye sorarlar. Sordum da zaten. Haydi gelsin cevaplar:

Benden başka herkes yapıyor gibi gelen şeyler:
Sanki benden başka herkes;
  • kaynar suyla yıkanıyor, ve banyoda çok uzun süre kalıyor,
  • fotoğraf çektirmeye bayılıyor, fotoğraf çektirmeye doyamıyor,
  • kendine tapıyor, kendine ve kendinden bahsetmeye doyamıyor,
  • markaları önemsiyor, markalar üzerinden insanları puanlıyor
  • duyduğu, gördüğü, izlediği şeyi sorgulamadan inanıyor,
  • takım tutuyor,
  • facebook, iphone, whatsapp ve instagram kullanıyor,
  • mevkilere önem veriyor,
  • bulaşığı ütüye tercih ediyor,
  • grip olmayı dünyanın sonu zannediyor,
  • bir çocuk, 'arçelik' ya da 'beko' diyebilirse onu dahi sanıyor,
  • parasal çıkarları, insan onuruna tercih ediyor
  • taksite girmekten çekinmiyor, 
  • yemeğin tuzlusunu seviyor,
  • dünya turu yapmak istiyor,
  • uzak geleceği dahi hayal edebiliyor, gelecek hayallerinden korkmuyor,
  • moda olanı takip ediyor, modadan geri kalmıyor,
  • stv izliyor,
  • serdar ortaç dinliyor
  • çözüm yerine bahane üretiyor,
  • farkına varmıyor, robot gibi yaşayıp gidiyor,
  • ait olduğu sınıf, mezhep ve ırk dışından olanlara nefretle bakıyor,
  • amerikan rüyasını yaşamak istiyor,
  • hem üniversite mezunlarını her fırsatta aşağılıyor, hem de yakınları üniversiteye girsin diye yırtınıyor,
  • sorunlarla yüzleşmiyor, kulağının üstüne yatmayı (gözünüzde canlandırsanıza, süper bi deyim ya) tercih ediyor,
  • tüm eski Türk filmlerini ve repliklerini ezbere biliyor,

Benden başka kimse yapmıyor gibi hissettiren şeyler:
Sanki bir tek ben,
  • değer verdiklerimi, öncelik sırasında, kendimin önüne yerleştiriyorum,
  • tükenmeyen bir enerjiyle yaşıyorum
  • ölsem, can versem de gülümsemekten geri durmuyorum,
  • bahanesi ne olursa olsun gülümsemeyene kafayı takıyorum
  • ölsem, can versem de, telefonda canlı bir sesle konuşuyorum
  • acı çeken insanla aşırı özdeşleşiyorum, 
  • bulgur pilavını, pirinç pilavından daha çok seviyorum,
  • Ankara'dan nefret ediyorum, haritadan silinsin istiyorum,
  • Aynı anda on işi birden bitirmeye çalışıyorum,
  • Giysilerimle arkadaş oluyorum, onları hayatıma katıyorum, bir parçam yapıyorum,
  • heyecansız yaşamaktansa, o anı yaşamamış olmayı yeğliyorum
Önemsediğim, sevdiğim herkes yapıyor ama ben beceremiyorum gibi hissettirenler:
Sanki değer tüm verdiğim çoğu insan,
  • rakıyı çok seviyor, dahası rakı içmesini biliyor,
  • çiçek bakmayı biliyor,
  • ev dekorundan anlıyor,
  • daha az ciddiye alarak yaşamayı biliyor,
  • milleti bir araya getireyim diye uğraşmıyor, oluruna bırakıyor,
  • uyuşmadığı hususları benimle paylaşmıyor, çatışmamayı tercih ediyor
En çok sevdiğim  bölüm bu:
Ben ve önemsediklerim ortaklaşıyoruz gibi gelenler:
  • insanlar eşit olsun istiyoruz, hür olsun
  • gülmeyi, her koşulda gülebilmeyi çok seviyoruz,
  • mizahı anlıyoruz ve üretiyoruz,
  • nefrete hayatımızda yer açmıyoruz, açtığımız el kadar alan varsa da ondan utanıyoruz,
  • kimseyi incitmek istemiyoruz, ve tüm bu gayretler yüzünden, içten içe kendimizi, en nihayetinde incitmekten korktuğumuz kişileri üzüyoruz,
  • açık sözlü olmakla, kaba olmak arasındaki ayrımı yapamıyoruz,
  • kendimize değer vermiyoruz,
  • her şeyi eleştiriyoruz, eleştirmekten bıkmıyoruz,
  • öğrenmeye, tecrübe etmeye, yaşamaya doyamıyoruz, beş ölümlü hayat daha ver az buluruz,
  • sanatçı ruhluyuz, ya boyarız, ya yazarız, ya çizeriz, ya çalarız ya söyleriz, en kötü, iyi dinleriz sağlam izleriz,
  • birbirimizin sevincini, ağzımız kulaklarımıza vararak, yaş dolmuş gözlerimiz ışıldayarak, içimiz içimize sığmayarak yaşarız,
  • bir yandan da çok önemsediğimiz birinin bizi 'geçmesini' kıskanabiliriz,
  • hadi çekinmeden söyleyeyim, zekiyiz :)
  • politikadan anlarız, politikayı yaşarız, bu hususta kolay kül yutmayız,
  • dille, anadille, dil öğrenmekle, dil-düşünce ilişkisiyle, düşündüğünü iyi dillendirmekle epey bir hemhaliz,
  • kaybeden takımları tutarız,
  • inancın merkezine dogmaları koymayız,
  • kızaran yüzümüz, kaçırdığımız gözlerimiz, gereksiz detaylara boğduğumuz tutarsız hikayemiz ele verir bizi, yalan söyleyemeyiz,
  • herşeyi bir ölçüde kabul edebiliriz ama haksızlığa ve aptallığa tahamül edemeyiz,
  • ham çarık kıl çorapta olsa da biri, uzay çağında diğer ayağımız,
  • para biriktiremeyiz, mümkünse dost biriktirmeyi isteriz,
  • dokunarak konuşur, dokunarak severiz, çok sarılır, çok öperiz (hey yavrum, sanırsın ve Tanrı ideal insanı yarattı :)
Her bir başlık sonsuza kadar uzayabilir aslında. Ama ben bu kadarı üzerinden ve dikkatimi çeken noktalara dair bir değerlendirme yapmak istiyorum. Kabul etmesi zor ama dünyaya şöyle bakıyorum:

*Ben ve benim dünyamdakiler dışında kalan herkes, boş bir hayat yaşıyor. Bu insanların seçimleri mantıksız, beğenileri zevksiz, kararları anlamsız, sözleri rahatsız edici, vs
*Benim, bu üçlü dünya algısında, kendimi yalnız hissetme eğilimim var. Özel ve farklı olma bilinçli veya bilinçaltı çabası, bana kendimi yalnız ve (olumsuz anlamda) benzersiz hissettirebiliyor.
*Sevdiklerimin çoğunu seçme şansım olmadan hayatıma dahil etmişim yanılgısına düşüyorum sık sık. Onlarla neden yan yana, omuz omuza bazen karşı karşıya durduğumu, ancak bu uzun listeyi yazdıktan sonra anlıyorum. Böyle insanı sevmeyeceksin, önemsemeyeceksin hayatına katmayacaksın da ne yapacaksın!
Bu son madde çok ama çok önemli. Sizi bilmiyorum ama ben, kendine karşı merhametsiz bir insanım. Değerimi görmekte çok zorlanırım. Ama, 'değer verdiğim insanlar' aynasına baktığım zaman gördüklerimden sonra bir barış çubuğu tüttürmek icap etti. Kendine zalim kadın, var barış yapmak istemek!!  Beni seven bene karşı, beni ezen benin, teslim bayrağını göndere çekmek! 
Vira!
d


---0---
Bu hafta,
  • zaman şahitliği deneyinde tespit ettiğim 'eşimle başbaşa kalmamışız bu hafta' ürkütücü gerçeği üzerine harekete geçtim. Heyecanın azaldığı anlarda ilk başvurduğumuz, yeni restoran keşfet uygulamasını devreye soktum. Zamanı böyle ters köşeye yatırırız, gerektiğinde :)
  • kış sezonuna (psikolojik olarak) direnmek için, yazlıkları bir süre daha dolabın kenarında tutma kararı aldım. Hava soğur soğumaz kışlık montu bazanın altından çıkarmak yerine, bir kaç kat giyinerek, bahar havasına sadık kaldım. Seni yenicem soğuk!
  • ev satılacak, kış vakti sokakta kalacaz korkusuna tam boşvermiştim ki, ev gerçekten satıldı, yeni ev sahibi ile de nur topu gibi bir, bir yıllık kontrat yaptım! Rahatlamamın temel nedeni, terasın kontratını yenilemiş olmam! Teraskolik miyim neyim doktor!
  • hayatımda ilk kez, 49 yıllığına bir anlaşma imzaladım. Yok ihale değil, telif hakkı! Detaylarını Aralık'ta açıklayacam, nasipse.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Zaman Şahitliği

Bu hafta bir deney yaptım. Sekiz gün boyunca, yirmi dört saatimin nasıl geçtiğini yazarak kaydettim. (Bu hafta doğru bir hafta mıydı bunu yapmak için bilmiyorum, ama sanki bu şehirde her hafta beklenmedik şeyler oluyor, yani referans alınacak “normal” zaman var mı, meçhul!) Bu kayıtlara, yemekte, tuvalette, otobüste harcadığım zamanlar dahil. Her nefes alışımı yazdım. Sonra bu verilerin hepsini 8 günlük bir tabloya dönüştürdüm. Harcadığım zamanı 14 başlıkta topladım:

15.10 Çarş
16.10 Perş
17.10 Cum
18.10 C.tesi
19.10 Pazr
20.10 Ptesi
21.10 Salı
22.10 Çarş
22.10 Perş
8 gün. tplam
günlük ort.
Kalan 36 yılda
Blog
20 d
45 d
1 s 15 d
-
-
-
-
30 d
-
2 s 50 d
20 d
6 ay
Dinlenme
-
-
1 s 25 d
-
-
-
-
-
1 s
2 s 25 d
20 d
6 ay
Ev
55 k
1 s 45 d
1 s 25 d
3 s
-
1 s 30 d
15 d
1 s 20 d
2 s 
12 s d
1 s 30 d
2 yıl 3 ay
İnternet
1 s
45 d
-
30 d
2 s
1 s 15 d
-
35 d
35 d
6 s 40 d
50 d
1 yıl 3 ay
İş
4 s 20 d
2 s 30 d
2 s 30 d
1 s
1 s 45 d
7 s 20 d
6 s 30 d
11 s 35 d
8 s 20 d
45 s 50 d
5 s 45 d
8 yıl 8 ay
Kendime ayr. zmn
3 s
-
30 d
30 d
-
-
-
20 d
-
4 s 20 d
30 d
9 ay
Giyim-Kuşam
55 d
40 d
45 d
1 s 30 d
30 d
1 s 30 d
 1 s 15 d
5 d
1 s 35 d
8 s 40  d
65 d
1 yıl 8 ay
Okuma
-
1 s 30 d
-
-
-
1 s
2 s
30 d
-
5 s
40 d
1 yıl
Spor
2 s
-
-
-
-
-
-
-
-
2 s
15 d
4,5 ay
Sosyal
2 s 30 d
30 d
3 s
5 s
5 s 30 d
1 s
 2 s 45 d
1 s 30 d
-
21 s
2 s 40 d
4 yıl
Siyaset
-
2 s 15 d

-
2 s
-
-
-
-
4 s 15 d
30 d
9 ay
Yemek
30 d
1 s 45 d
1 s 15 d
1 s
30 d
1 s 30 d
 20 d
45 d
1 s 30 d
9 s 5 d
1 s 10 d
1 yıl 9 ay
Yol
1 s 45d
4 s 15 d
4 s 45 d
1 s 30 d
1 s 45 d
2 s 50 d
3 s 15 d
-
15 d
20 s 5 d
2 s 30 d
3 yıl 9 ay
Uyku
6 s 45 d
7 s 20 d
9 s 10 d
9 s
10 s
6 s 5 d
5 s 40 d
6 s 45 d
8 s 45 d
69 s 30 d
8 s 40 d
13 yıl

Rakamları yuvarladığım için, en son sütunu topladığımda 36'dan yıldan fazla yapıyor, e olacak o kadar.

1. Blog: Yazı yazma ya da yazı fikirleri üzerinde çalışma, vb
2. Dinlenme: Hiçbir şey yapmadan, sadece dinlenme faaliyetini gerçekleştirme
3. Ev: Ev alışverişi, pazara gitme, çamaşır, evi düzenleme, bulaşık, ütü, vb
4. İnternet: emaillere bakma, websitelerine göz gezdirme
5. İş: Derste ya da ders hazırlamakla geçen zaman
6. Sadece ben: Bağlama çalmak, müzik dinlemek, koçluk seansı, vb
7. Giyim-miyim: Duş alma, giyinme, makyaj, tuvalet, kuaför…
8. Okuma: Kitap, dergi ya da online okuma faaliyeti…
9. Sosyal: Sinemaya gitme, arkadaşlarla buluşma, aile ziyareti, vb
10. Spor: Yüzme, yürüyüş, vb
11. Siyaset: Etkinlik ya da eylemlere katılma.
12. Yemek: Yemek yeme ya da yapma.
13. Yol: Otobüs, minibüs, metroda zaman harcama, bunlara ulaşmaya çalışma
14. Uyku:

Her bir başlık için, önce gün gün, sonra da sekiz günün sonunda harcadığım zamanı tabloya girdim. Ve toplam değeri de sekize böldüm. Örneğin, blogum için, Çarşamba 20 dakika, Perşembe 45 dakika, Cuma 1 saat 15 dakika, sonraki Çarşamba 30 dakika , sekiz günün sonunda, 2 saat 50 dakika harcamışım. Sekiz güne böldüğüm zaman da günlük 20 dakika gibi bir zaman yapıyor. Bu hesabı, on dört başlığın hepsi için yaptım. Sonuçlar hayret verici.

Negatifler:
· Dinlenmeye günde yirmi dakika düşüyor. Neden devamlı yorgun hissettiğimi daha iyi anlıyorum şimdi, çünkü dinlenmiyorum!
· Eşimle baş başa kaldığımız bir zaman hiç olmamış bu hafta mesela, tüyler ürpertici!!!!
· Haftanın beş günü aynı saatte (saat altıda) uyanmama rağmen, hafta sonları için belirli bir uyanma saatim yok, daha da beteri, sekiz gün boyunca , üst üste iki gece, aynı süre uyuduğum hiç olmamış, bu da dehşet verici!!! (Ve yine, kronik yorgunluğumu açıklayıcı)
· Spor yapmıyorum! Ki havuza yazılmıştım, en azından haftada üç gün gitmeyi planlıyordum, yalan olmuş meğer o plan! Utanç verici!!
· Fotoğraf çekmek, müzik yapmak, müzik dinlemek gibi, hayatımda önemli yer tutan konulara ortalama otuz dakika ayırıyormuşum her gün. Fena değil ama, şöyle düşünelim 30 dakika / 24 saat çarpı ortalama 70 yıl= 1,45 yıl. Yani yetmiş yıl yaşasam sadece bunun 1,5 yılını yapmayı çok sevdiğim şeylere ayırmış olacam! Ayıp!!!

Pozitifler:
· Sevdiklerime, beni sevmesini istediklerime, değer verdiklerime, bana değer versin istediklerime, önemsediklerime, beni önemsesin istediklerime, iki elimin kanda olduğu bir haftada bile günlük ortalama üç saatimi ayırıyormuşum! Yuppiiii!!!
· Bilgisayar karşısında geçirdiğim tüm zaman, internette ziyan edilmiş zaman gibi geliyordu. Ekrana bakarken harcadığım zamanı, aslında, bir ders hazırlamak, araştırma yapmak, okumak, fikir-bilgi edinmek gibi gerekliliği su götürmez başlıklara ayırınca, geriye kalan süre, devenin yanında pire! Seni yenicem internet :)
· Günde ortalama altı saatim çalışarak geçmiş. Diplomamda yazan mesleği yapmaya tövbe ettikten sonra tekrar bir mesai temposuna girmek çok güzel. Hiç zoruma gitmiyor bu süre, çünkü bir iş beni zevkten dört köşe yapmadıkça, çalışmamaya ant içtim! Afferim kızıma ya da goo görl!!!!
· Okumaya hiç zamanım yok, ya da olsa bile okumuyorum sanıyordum. Günde en az kırk dakika ayırıyormuşum okumaya. Yeterli mi değil, ama hiç yoktan kat be kat daha iyi! Devam!!
· Her gün ortalama iki buçuk saatim yollarda geçiyor. Bu zamanı bir kayıp gibi görüyordum. Ama pek çok iş fikri, pek çok blog fikri, pek çok aydınlanma, epey bir okuma hep yollardayken gerçekleşmiş. Ne diyordu Çiçek Abbas, “Aşk çekenin, yol gidenin!”

Son olarak, yukarda bir örneğini gördüğünüz, ortalama 70 yıl yaşasam, bu yaşam biçimiyle, hayatımın kalan zamanın nasıl geçirmiş olacam hesabını yapıp kapatalım bu yazıyı.
34 yaşında olduğuma göre, diyelim 36 yılım var geriye kalan. (Bu arada ben yarını bile çıkaramayacakmışım gibi yaşarım hayatı, o yüzden böyle konuşmak garip geliyor) Böyle giderse, kalan hayatımın,

  • 13 yılını uyuyarak,
  • 8 yıl 8 ayını çalışarak,
  • 4 yılını sevdiklerimle birlikte olarak,
  • 3 yıl 9 ayını yol aşındırarak, (ve bol bol düşünerek)
  • 2 yıl 3 ayını ev işleriyle uğraşarak
  • 1 yıl 9 ayını yemek yiyerek ya da yaparak, (yeme kısmına bi kaç yıl daha ayırabilirim :)
  • 1 yıl 8 ayını giyinmek-hazırlanmakla (ki yaş aldıkça, babaanne ayakkabıları ve askılı atletler girecek hayatıma)
  • 1 yıl 3 ayını internette gezinerek,
  • 1 yılını okuyarak (Aman Allahım,otuz altıda bir oranda!)
  • 9 ayını siyasetle uğraşarak,
  • 9 ayını hobilerime ayırayak
  • 6 ayını yazarak, 
  • 6 ayını dinlenerek (ki dinlenmeye bu kadar az zaman ayırırsam, otuz altı yıl daha yaşayamayacağım kesin)
  • 4,5 ayını spor yaparak, bir nevi hiç spor yapmadan geçirecem.

Evet dostlar, güzel insanlar… Zaman böyle akıp gidiyor. Ben hızla koşan bu yarış atının bir fotoğrafını çekmiş oldum böylece. Bir haftayı, hayatın koca bütününde o küçücük bir anı dondurmuş oldum. Zaman yok, hiç zaman yok mızmızlanmalarımın gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlamaya çalıştım. Hayatımın bu kısmi röntgeni iyi bir doktorun elinde belki çok daha iyi yorumlanır. Ben amatör bir ruhla yaklaştım.

Acaba siz kendi hayatınızın bir fotoğrafını ya da kısa bir filmini çekseniz, neler çıkardı ortaya? Bir düşünün...

O zamana kadar,
Nazik gözlerinizden öper,
d