17 Eylül 2018 Pazartesi

Kendi hesabına çalışmak

Canım okur,
Bundan bir önceki yazıyı yayınladığımda dolar üç elli yedi imiş ve son paragrafta şöyle demişim: 'Jabberbox'ın kuruluş hikâyesini bir sonraki yazıda anlatırım'. 
Yazılı tarihi olmadığı için sözü senet sayan bir halkın, Kürt halkının evlâdı olarak, tutayım sözümü:
2017 yılı Vergi Levham


12 Ocak 2017 Perşembe
Zincirlikuyu durağında metrobüsten inip karanlık bir sağanakla buluştuğumda saatler 07:45'i gösteriyordu. Merdivenlerden yukarı çıkıp Beşiktaş istikametine doğru yürümeye başladım. Hedefimde TEB'in Gayrettepe binası var. O yolu ancak yürümüş olanların bilebileceği gibi yağmur yağdığında sağ kenardan seller akar ve doğru dürüst bir kaldırım da olmadığından resmen suyun içinde yürürsünüz.  Şemsiye sadece düzleştirilmiş saçlarımı ıslanmaktan koruyabiliyor zirâ rüzgar suyu mümkün olan her açı ve yönden savuruyor üzerime.


Her zaman yaptığım gibi suratımda kocaman bir gülümsemeyle selamlıyorum güvenlik görevlilerini ve geçirmiyorum X-Ray cihazından çantamı. Ziyaretçi kartım elimde, donuk bakışlarım siyah topuklu deri botlarımın üzerinde iniyorum altıncı katta. Fransız öğrencim Philippe'in ofisinden içeri girdiğimde, popo kısmı hariç yeşil kotumun  tamamı sırılsıklam.

Her zaman yaptığım gibi suratımda kocaman bir gülümsemeyle başladığım dersim doksan dakika sonra sona eriyor. O günkü ders programım boş, eve dönüyorum. Bedenimi kuru giysilerle yatıştırdığımda, halının üzerine popomu koyuyor, sırtımı duvara verip tavana bakıyorum. Derin bir altüst oluş...Aklımda tek bir soru var, ben bu çileyi kimin için çekiyorum? Cevap basit, yıllardır beni sömüren patronum için. Mortgage borcumuzun başladığı ay, kendisinden (ilk ve son defa)  zam istediğimde bana bir saatine 5 lira evet yazıyla beş lira 'zam' yapmıştı kendisi. Ve o günlerde henüz kurlaştığı şimdilerde eşi olan kadınla akşam yemeklerine gözünü kırpmadan 900 lira verdiği konuşuluyordu şirkette. Evet tablo ortadaydı, atalarım, dedelerim, nenelerim gibi bir kez daha ve ben de eziliyordum.

Nihayet gözyaşlarım kuruduğunda, her zaman olduğu gibi berraklaşıyor zihnim. Telefonu elime alıp whatsapp ikonuna basıyorum. Sohpet arama çubuğuna can arkadaşım 'Gönül'ün ismini yazıyorum. Kendisi muhasebeci. Mesajım kısa, 'Yarın sabah müsait misin?'

Sabah saatler on sıfır sıfırı gösterdiğinde Tünel'deki Türk-Alman kitabevinde Gönül'le karşılıklı kahvelerimizi içiyor oluyoruz. Uzun lafın kısası diyorum, ben kendi şirketimi kurmak istiyorum, ne diyorsun? O hep gülen güzel beyaz yüzünde arkadaşımın, ciddi bir ifade beliriyor, yeşil gözleri keskin: Tabii yaparsın canêmin!*

Takvimler iki bin on yedi yılının on beş mart'ını gösterdiğinde kendi tarihimde ilk kez nur topu gibi bir şirketim olmuş oluyor. Yarabbi, kendi hesabına çalışmak ne tuhaf bir duygu. Kendini bir başkasına/başkalarına adamadan, ötekileri düşünmeden sadece ve sadece kendin için çalışmak. 
Bu yeni hisle henüz ne yapacağımı pek bilemeden işte böyle başlıyor patronluk maceram.

Vira!
D

*Canêmin: benim canım





1 yorum:

  1. Her zamzanki gibi çok esprşyle dolu özlü, düşündürücü bir yazı yazdın.

    YanıtlaSil