2 Aralık 2014 Salı

Duygu mu? Etiket mi?

Aşağıdaki yazı, bir seminer filan olsa, iki aşamaya ayırır öyle okurdum. Biraz uzun zira.




Wat Arun Tapınağı  Meditasyon Merkezi, 23 Kasım, 16:30
Uzunlamasına bir oda, bir koridor. Karşımızda Buddha heykeli, onun önünde, beyaz doktor kıyafetleri içinde buğday tenli bedeniyle bağdaş kurmuş oturan Sensei. Sensei'ye göre solda ben, sağda J, minderlerimizin üzerindeyiz. Dışarıda hava otuz derece ve aydınlık. Bir saat ücretsiz meditasyon yapmaya geldik. İki buçuk saatin iki buçuk dakika gibi çabuk geçeceğinden bihaberiz.

H: Hoşgeldiniz.
D, J: Hoşbulduk.
H: Buraya gelmekteki amacınız veya buradaki tecrübeden beklentiniz nedir diye sorabilir miyim?
D: Son dört yıldır, yani otuz yaşıma girdiğimden beri, içimde matruşka gibi iç içe yerleşmiş kutuları açıyorum. Ve sanki başka birine dönüşüyorum ya da kendim oluyorum. Kısacık bir an, kısa bir şahitlik, küçücük bir nesne, minicik bir resim, bende seri reaksiyonlar başlatıyor. Bir kaç girdi, sonunda bolca enerji ve çokça düşünce ve duygu çıkarıyor açığa (Sesim titriyor konuşurken, gözlerim  doluyor). 
    Düşündüm ki, belki meditasyon, bu, kendimi arama, cevapları bulma sürecinde iyi bir yol olabilir. Açıkçası çok da fazla şey bilmiyorum bu konuyla ilgili. Tek bildiğim, gözlerini kapatıp, burnundan içeri giren nefesi gözlemlemen gerektiği.

H: Açık konuşmak gerekirse, eğer kendini arıyorsa bir insan, yani, o meşhur, 'ben kimim?' sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorsa, meditasyon bunun tek yolu. Bir yolu demiyorum, tek yolu.
Evet, burnundan giren nefese odaklandığın doğru, ama bu sadece yoğunlaşma kısmı. Çoğu insan bunu yaparken, aklına gelen düşünceleri kovman gerektiğini söyler. İnsan hiç, düşünmeyi durdurabilir mi? Ya da şöyle söyleyelim, düşünmeyen bir insanın, bir zombiden farkı olabilir mi? (Gülüyor)
Yoğunlaşma, birinci kısmı işin, bir de içgörü gerekiyor. Aklına gelen düşünceyi gör, dur, ondan uzaklaş, onun dışına çık, olayları geri sar. Bu düşünce nasıl oluştu, kaynağına git.
Biz aklımıza gelen çoğu şeyi  'duygu' diye adlandırırız.
Size sorayım, en çok hissettiğiniz duygular ne?
D: (Neredeyse düşünmeden) Heyecan ve hüzün.
J: Endişe genelde. Ama...
H: Zaman doldu! Bunlar aslında duygular değil. Duygu dediğin üç türlüdür. Hoş duygu, nahoş duygu ve nötr hâl.
a. Nötr hâl şöyledir. (İki elini, yere dik konumda bana doğrultarak) Güzel bir kadın. Bu kadar. Hoş ya da nahoş bir duygum yok şu anda. Nötrüm.
b. Hoş duygu... (Sağ eliyle, sağ duvara monte edilmiş pervaneyi işaret ederek) Pervane dönünce yüzüne bir esinti vuruyor. Serinliyorsun. Pervane neden, yüzündeki serinleme hissi sonuç. Burada neden-sonuç ilişkisi çok önemli. Olayı geri saralım.
1) Yüzüne rüzgar değdi.   (Form ya da madde)
2) Bunu vücudunla algıladın.  (Duygu ya da his)
3) Sıcak bir havada, bu serinleme durumunu, HOŞ olarak kategorize ettin. (Algı)
4) Buna, pervanenin bu hafif esintisini seviyorum adını verdin. (Ruhsal oluşumlar)
5)  Bunları yaptığının bilincindesin (Farkındalık)

Yani aslında, sevmek, hoşlanmak, üzülmek, sinirlenmek, vb bunlar duygu değildir. Senin, gerçekleşme anındaki koşullara bağlı olarak, bir olayı algılayışın ve buna bir ad koyuşundur.

c) Nahoş duygu...
*XX kişisini çok seviyorum. Çünkü yolumu kaybetmiştim, bana tarif etti, vakit ayırdı, yardımcı oldu. O gün, o durum, o anda bu Hoş duyguya, 'XX kişisi çok iyi biri' adını verdim.
*Başka bir gün tekrar onunla karşılaştığımda benimle pek ilgilenmedi. Kendi işiyle meşgul oldu. Aynı kişinin bende yarattığı bu NAHOŞ duyguya, 'XX'e gıcık oluyorum' diye bir ad verebilirsin. Hatta ondan nefret ediyorum bile diyebilirsin.

Dediğim gibi etki-tepki, neden-sonuç ilişkisi önemli.

Yine beyaz doktor takımı giymiş bir kadın bana ve J'ye su, Sensei'ye yeşil çay getiriyor.
--o--

Bir sürü meditasyon çeşidi var. Buddha'nın yaptığı Vipassana meditasyonu. Duymuş muydunuz?

D: Kızkardeşim, çok çabuk sinirlenen biri. Hatta çocukken başını yukarı kaldırıp konuşmaya başladığında, boynunun sağ tarafında bir damar belirirdi. Ben de on günlük bu Vipassana'nın ona iyi gelebileceğini düşündüm. Gerçi detaylı bilgim yoktu ama...
H: Sen, bilinç altında doğru olanı biliyormuşsun demek. İşte bu altıncı his denilen şey, aklın ta kendisidir.
D: Biz onu duygu zannediyoruz.
H: Hayır, altıncı his denen şey, akıldır. O da tıpkı görme, duyma, dokunma, tatma, koklama gibi bir algılayış biçimidir. Olayları bazen bu duyulardan sadece biriyle, bazen bir kaçıyla bazende bu duyular ve akılla birlikte algılarız. Bunun adına da 'içimden bir his şöyle diyor' deriz.
Biliyor musunuz ben Amerika'da okudum. Okul bitince, memleketime döndüm, Endonezya'ya. Kendi şirketimi kurdum, CEO oldum. Arabam Mercedes Benz. İnanılmaz çalışıyordum, genellikle de sinirliydim. Sinirlendiğim zaman, iki kaşımın ortasından saçıma doğru bir damar belirirdi. Diyelim trafikte biri bana korna mı çaldı, arabadan iner, kavga etmeye giderdim. Maçoyum ya, erkeğim, güçlüyüm yani... (gülüyor, gülerken gamzeleri çıkıyor)
Sonra, anneme, bizi büyüten, besleyen, okutan bize bakan anneme vefa borcumu ödemek istedim. Annemin en çok istediği şey budist rahip olmamdı. Tayland budizmine çok değer veriyordu. Tamam, dedim. Tayland'da bir tapınağa gittim. Çırak rahip olarak ustamın söylediği her şeyi yapmakla yükümlüydüm. 
Ustam, beni, göl içinde bir adaya yolladı.
Zifiri orman. Yılan mı istersin, akrep mi...Çok ağladım ilk üç ay.
D: Geceleri ne yapıyordunuz?
H: Diyorum ya işte ağlıyordum! (gülüyor gamzeler, ve gözler)
Turuncu tek parça rahip elbisemi, vücudumun etrafına sarıyordum koza gibi. Elimde de küçücük bir Buddha heykeli, devamlı dua ediyordum. Tabii Buddha muda işe yaramadı (yine gülüyor)
D:Ben olsam üçüncü dakkada kaçardım.
H: İyi de, dillerini bilmiyorum (sensei Endonezya'dan gelmiş çünkü, ds) yanımda para da yok. Yakın köylere gidiyorum balıkçı tekneleriyle, lapa lapa bir pilav bulup karnımı doyurabilirsem ne âlâ. Öyle bir yer ki, balıkçılar gündüz avlanıyor ama geceleri gelmiyorlar benim olduğum yere. Korkuyorlar. Öyle bir yer. Ne derler hani, hayaletli olan cinsten. 
D: Toplamda ne kadar kaldınız orada?
H: İki yıl... Ormanda anneme çok kızdım ilk zamanlar. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ona, sanki yanımda beni dinliyormuş gibi. Beni ne hallere soktun, diyordum. Sonra meditasyon yapmaya başladım. Korku, merak, istek, heves, sevgi, özlem, vs. Tüm bunları yaşama anında şunu anladım, bunlar geçici, bir süre sonra bu his, orada kalmayacak, gidecek.
Her şey geçici. Nefret, hoşnutluk, rahatsızlık, biz... Herşey ve hepimiz geçiciyiz.
Ama biz tam tersineymişçesine sıkı sıkıya yapışıyoruz bir şeylere. Bir restoran güzel mi, tamam, sonsuza dek güzel kalsın. Bu insan iyi mi, sonsuza dek bana iyi olsun.
Eğer biz, bedenimiz, varlığımız gibi, bu hislerin de geçici olduğunun farkına varmayı becerebilirsek, kalp grafiğindeki dik dalgalar gibi duygu dalgalanmaları yaşamaya son verebiliriz.
(Sağ elinin işaret parmağıyla, sol koluna bir çizik atıyor, hayali bir bıçak yarası) Şimdi ben bu yaranın üzerine bant yapıştırsam iyileştirmiş olur muyum? Bu problemi halletmiş mi olurum? Doğru dürüst baş etmem lazım bu durumla.
Bugünlerde herkes kafasına sıkıp intihar ediyor. Küçücük bir sorunda, problemde, yaşamına son verebiliyor. Neden?
Herkes her gün duş alıyor, keseleniyor, kremleniyor, taranıyor, yiyor, içiyor, egzersiz yapıyor. Peki ya zihin temizliği, zihnin beslenmesi, zihnin egzersizi?
D: Vücudumuzda her şey kendini iyileştirmeye programlı ama bir tek zihin kendini iyileştiremiyor, öyle mi?
H: Aynen. O yüzden bilinçli bir emekle, belli bir rutinde, zihnin de bakımının yapılması lazım.
Ben, günde dört saat uyuyorum. Zihnim yorulmadığı için, dinlenmesine de çok zaman ayırmaya gerek kalmıyor. Ayrıca çok aşırı efor sarfeden bir beynin ihtiyaç duyduğu kadar yemek yemeye de gereksinimim yok. Günde bir öğün.
D: (Neeeee?) (Yok ben kendimi aramaktan vazgeçtim :) 
H: Ben genellikle ilk gün meditasyon yapmayı tavsiye etmiyorum. 
D: Ben de diyecektim, bu kadar bilgiyi sindirmem lazım, düşünmem lazım diye. İyi oldu sizin söylediğiniz.
D,J: Çok çok teşekkür ederiz. 
H: Rica ederim. Teknoloji elimizin altında, niye akıllıca kullanmayalım? Sorularınız, fikirleriniz olursa her zaman bana email yazabilirsiniz.


Wat Arun Tapınağı, 
*İnsanlığın Gelişimi için Toplumsal Öğrenme Merkezi;
*Buddha Dharma Uygulama Merkezi ve Uluslararası Yardım Kuruluşu, 23 Kasım, 19:00

Sensei adını, saatlerimiz on dokuzu gösterip hava karardıktan ve olağanüstü Şafak Tapınağı gece aydınlatmalarıyla ışıtılmaya başladıktan sonra veriyoruz ona. Asıl adı Hartanto. 
Eski CEO, eski maço, eski erkek, eski zengin, eski sinirli, eski hırslı, eski paracı, eski insanımsı... 
Yeni zihin açıcı, yeni umut verici, yeni çağ atlatıcı, yeni aydınlatıcı, yeni gülengözlü, yeni gamzeli, yeni cinsiyetsiz, yeni insan...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder