17 Şubat 2015 Salı

Bir detoks yöntemi olarak; Ağlamak ve Gülmek

Ayıpsız, güçlü bir insan, bu olsa gerek
Annesinin kızı olmadım hiç bir zaman. 
Annesinin kızı hiç bir zaman olamamış bir de annem var.
Sekiz kardeşin en büyüğü olarak, köydeki bakkallarında,
     çakı gibi matematiğiyle dururmuş annem,
     yaşı on iki daha.
Kafasının çok iyi aldığı bu dersi okulda terennüm etme şansı çok az olmuş.
Bir kaç kazan çamaşırı mis gibi yıkayıp astıktan sonra hep, bir tane dahayı neden yıkamadı diye fırça yermiş annesinden.
Bir üst sokakta sabah akşam ve bi nevi hobi olarak kızına kurban olan komşu kadını duydukça, boynunu bükermiş, içinden.
İşte ben de böyle çok büktüm boynumu, içimden. 
Misal bir fotoğrafım var beşinci sınıfta çekilmiş, 
      hiç unutmuyorum 
      bir cumartesi günüydü babamla gittiğimizde 
      kasabanın fotoğrafçısına, 
      beyaz inci küpelerim, sokakta oynamaktan çatlamış dudaklarım,
      asi gözlerim, siyah önlüğümün kaykılmış beyaz yakası  
      ve en önemlisi akşamdan kalma saçlarım
Ne bozulmuştum saçlarımı taramadı diye, anneme.
Bu ne ilk ne de sondu bozulmalar listesinde.
Derken derken babamın kızı oldum ben de. 
Ağlamayamadım anlıyacağınız pek.
Ağlamaya yer yoktu babasına düşkün kızların dünyalarında, güçlü olmak vardı, dik durmak.
Yaşamda halledilemeyecek sorun yoktu, düşünüp taşındıktan sonra, mantık yürüttükten.
Problemler üzülüp dertlenmek için değil, bir an evvel çözülmek veya dalga geçilmek için vardı.
İşte bu sebepten çok güldüm ben de.
Çok çözülecek şeylerim olduğunu bilmedi kimseler.
Ağlayamadığımdan bihaberdiler.
Ağlamak yasaktı, gülmek ayıp.
Ben ayıp olanı yaptım, hem de çok.
Güldükçe 
     güneşi tutacağım sanırdım, yalan yok
     bir zehir akardı ruhumdan, dökülürdü yerlere.
Bereket, arkadaşlarım boldu, espriler seri.
Neden sonra düşündüm eğer akıtmasaydım içimdekileri,
     komik diye etiketleyerek acıları, 
     mayalasaydım kafamda soruları,
     nicolurdu bugünkü benin halı?
Anlıyorum ki şimdi, 
     bilinçaltımın geliştirdiği bu bir, 
     adeta deşarjdı.
Peki sormadan edemiyorum, ya biraz da ağlasaydım başkaları gibi?
Zırlasaydım inletene kadar duvarları?
Her sıkıntımda çalsaydım dost kapılarını?
Şişirseydim yüksek sesli hıçkırıklarımla, kafalarını?
Gözyaşlarımın tuzu çatlatsaydı esmer yanaklarımı...
     o zaman, bu zihin daha arınmış olmaz mıydı?
     o vakit, bu can daha hafif tartmaz mıydı?
     o yüzden, dostlara sitem azalmaz mıydı?
    
Biliyorum tüm bu varsayımların cevaplarını,
Tam da bu yüzden yazıyorum bu satırları.
Hatırlıyorum bir kez daha 
    ağlamak güzeldir şarkısını 
Yalnız, benim ağlamalarım gülmeye yakın dursun istiyorum, 
Kurtuldukça ağudan bedenim, yaşlar ışıldamaya başlasın.
Ağlamanın zayıflığı edebiyatı yerin altına insin, diyorum.
Arındıkça sızıdan zihnim, alnımdaki sinirler gevşesin.
Ruh ağrılarımın göbek bölgesinden beş kilo yağ gitsin, 
Sonra bir rahatlık yayılsın  göbek deliğimden gövdeme.
Sonra bir espiri yapsın güzel düşlü bir dost, 
Yayılsın samimi bir kahkaha,
Düşten kardeşliğimizin kesişim noktalarına.
Sonra bir tanesi daha gelsin, bir tane daha.
Bir kendimize bakalım, bir üzerimizdeki büyüden buluta.
Sevinçten bir düğüm insin boğazlarımızın boğum noktalarına,
Sözün bittiği yer gelsin otursun aramıza,
Derken iki damla yaş yerleşsin, her biri bir göz çukuruna.
İki kardeş iki yanaktan insin aşağıya,
Birinin adı gülmekten olsun bugün doğanların, birininki ağlamaktan.
çelişkideki doğurganlıkla,
d

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder