19 Kasım 2015 Perşembe

Duygular Kargoya Verilir mi?

Canım okur,
Bir kaç saniye evvel fark ettim, bu sayfanın kapsama alanında epey bi enerji var. İnan, ekrandan taşıp kalbime ulaşıyor. Yazı ne kuvvetli bir şey ya, ben bi düşünceyi yontup koyuyorum vitrine, sonra onu alıp inceliyor, törpülüyor yorumluyorsun sen, yerine bıraktığında o artık benden ve senden çıkmış, bana ve sana dair bir parçaya dönüşüyor. Yani buraya kalbinden ne bıraktıysan onların hepsi yüreğimin yanında kendine yer açıyor. Yani hislerin, çatlağını buluyor.

Kafamda bir birine bağlanma ve sana ulaşma ihtiyacı duyan dört beş konu var bakalım becerebilecek miyim uc uca eklemeyi. Giriş kağıdım, 0.5 uç kutum, suyum, püskevitim ve heyecanlı parmaklarım masanın üzerinde. Hele bakalım bu sınavı geçebilecek miyim?
Vira bismillah!
**
On yedi kasım, saat on dört otuz. Öğlenin tam çatında ders isteyen dünyalar tatlısı İtalyan öğrencim Stefano, dürüm ve ayranını afiyetle götürdü karşımda. Asistanının yemek teklifini reddettim, geç kahvaltı yapmıştım netekim. (Dedemin tabiriyle, netekin :)
Bi ara bahsetmiştim ya içimde organik navigasyon var diye, kesin atalarım çok iyi avcılar ve iz sürücüleriydi ve bana da o genleri aktardılar ve o yol bulma yetisi oradan geçti zannımca. Genelde, işaret parmağımı sanal bir şekilde ıslatıp, sanal bir şekilde havaya kaldırıyor ve o salaş ve şirin çaycı, o gizli ama leziz lokanta ne tarafa düşer hissedebiliyorum. Fakat o on yedi kasım günü ne kadar ıslattıysam, rüzgar, parmağıma hiç bir bir yönden vurmadı. Nereye baksam koyu mavi camlı plazalar görüyordum. Derken dörtel döner diye bir yere girdim. Hiç kanım kaynamadı ama bi iskender söyledim, yemek güzeldi hesabı istedim. Pos makinesinin kenarına sıyırdıktan sonra kartımı atar gibi masanın üzerine bıraktı garson kılıklı dana (danaları çok severim aslında, niye öyle dediysem). O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, ben yanlış gördüm diye düşündüm (zaten bu ülkede canlı yayında soykırım da yapsalar, ben yanlış görüyorum, diye düşünmek işimize geldiği ve böylece tepki vermek yükümlülüğü ve başımızı belaya sokma riskinden kurtulduğumuz için, bir kedi görmedim sanki modunda devam ediyoruz hayata). Sonra fişi kopardı, kopardığı yerden düşürürcesine bıraktı masaya, arkasını dönüp gitti. Ben halen, afiyet olsun desin filan bekliyorum. Hay bu bizim gerzeklik içerikli uslanmaz naifliğimiz...
O anı hayal et okur, ediyorsun gerçi biliyorum. Adam ağır çekimde benden uzaklaşıyor, siyah pantolonu, beyaz gömleği, patates kafasının üzerine emanet oturtulduğu bir altmışlık bedeni ağır çekimde flulaşıyor kadrajımda. Güzümü ondan ve kalp çarpındımdan alamıyorum. Hayır, bu sefer, içimde aşırı şekilde hissedilmeyi bekleyen, utanma ve öfke duygusunu görmezden gelmiyorum, bekliyorum çatlayana kadar utansın içim, sinirlensin. Gözlerim ufukta halen, bak orayı ihmal etmiyorsun dimi, canlandırma yaparken?
Gidip adamın kendisiyle konuşsam ne diyecem, sen fişi ve kartı niye elime vermedin, bana niye afiyet olsun demedin mi diycem :) Bu senaryoyu düşününce biraz gülümsüyorum ama içimdeki baraj, kapakları zorlamaya devam ediyor. Kasadaki adama gideyim diyorum, suçu olmayana patlanır gerçeğini bildiğim için, günahsız birine gitmekten vazgeçiyorum. 'Bu restorandan, bu hislerimi adresine teslim etmeden ayrılmayacağım' diye söz veriyorum kendime. Sonra aşağıdaki emaili yazıyorum.
Net okunmuyor kusura bakma, uğraştım, daha görünür yapamadım

Sonra ne oldu?
Efenime söyleyim, gondert tuşuna baş barnağımı bastım, tuvalete gittim, bi posta da orada rahatladım, ceketimi sol dirseğimin içiyle bedenime kilitleyip, arınmış bir ruh haliyle adım attım dışarıya. 
**
Uzun zamandan beri, ifade edilmeyen duygular, sahibine teslim edilmeyen hislerle ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum zaten. Dün akşam Yağmur'la tünelde bir çaycıda o ıhlamur ben çay içerken konuştuklarımız konunun önemini bir kez daha fark etmemi sağladı. 
**
Ankara katliamından sonra, erteleme müessesesini (evet, insan evladının en köklü müessesesi) yaşamımdan  koparıp atmak istediğim bir süreç başladı. Henüz bombalarla havaya uçmamışken, Ezgi'ye onu çok sevdiğimi, Edibe'ye bir kaç yıldan beri bozulduğum ama yansıtmadığım şeyleri, ve daha nicelerine nice şeyleri ve bundan sonra kime ne hissedersem söylemem gerekirdi. Netekin başlattım bu süreci. Gerçekten de Ezgi'ye onu çok sevdiğimi ve Edibe'ye iki bin bir yılında başlayan dostluğumuzun beni zorlayan yanlarını tüm içtenliğimle söyledim. Bildiğim kadarıyla dünya yıkılmadı. O gün bu gündür pek çok kez, öfkemi, heyecanımı, üzüntümü, şaşkınlığımı, sitemimi, memnuniyetimi, sükunetimi, korkumu, hayretimi, gözyaşımı, kahkahamı, gururumu, merakımı, ve daha aklına ne kadar duygu gelirse bunların hepisini, her kim bu hislerin oluşmasına sebebiyet verdiyse o insana teslim etmeyi denedim, deniyorum, sanırım kısmen başarıyorum.

Güzel okur, 
Biliyorum, kalbini kırıp duran o adam, ya da bir türlü açılamadığın o kadın, seni sevmediğini sandığın baban, ha bire seni eleştiren annen, seni hiç aramayan arkadaşın, sana bir türlü nasılsın demeyen, derdini dinlemeyen dostun, hiç sana teşekkür etmeyen patronun, selamını almayan kasiyer, sana seni sevdiğini hiç söylemeyen sevgilin, beş yıl önce kalbini kırmış abin, on yıl önce ettiğin kavgada o içinden geçen küfrü edemediğin iş arkadaşın... Ve yer yüzünün üzerinde, gökyüzünün kubbe içinde biriktirdiğin yıllandırdığın fermente ettiğin ne kadar düşünce veya duygu varsa onları düşün şimdi, o anları, o insanları, içine girdiğin duygu sellerini düşün.

Kalbinde ve beyninde yazdığın, kapağını yalayıp kapattığın, üzerine de adresleri yazdığın o mektupları eğer zamanında ve sahibine teslim etmezsen, zarflar içinden hiçbir yere gitmeyecek bunu bil. İlk günkü tazeliğinde kalacak ve dalından yeni koparılmış kadar yeni ve diriliğine çok şaşıracaksın yıllar sonra bile.

Siyah pantolonlu garsonlara olan öfkeni, kasadaki güleç kadınlara istediğin kadar patlat.Defalarca ama, gece ve gündüz, defalarca. Hiç bir işe yaramayacak. Bir kalp kırmayım derken çok yürek yoracaksın bilesin. 

Ciğerlerinden türeyen bir pınar varsa ve çağıldamak istiyorsa sen onu yanlış yataktan akıttıramazsın.
Bırak suyun içine atlasın haylaz, sabırsız, mutlu, aşık, masum, kötü duygular, dökülsün bir müddet şelaleler formunda, seyret sen tüm bu olanları sabırla ve nihayet durulduğunda berraklaştığında sular ve sen görebildiğinde taaa dipteki yuvarlak taşları o zaman bırak,

Su çatlağını bulsun, 
sahibinde,
d

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder