2 Kasım 2015 Pazartesi

Yalnız Meşeler ve Devam Eden Hayat

Okumaya başlamadan önce en alttaki videoyu çalıştırmanı tavsiye ederim

Seçici okur,
Direk söyleyim, hiç tadım yok. Yaklaşık iki saattir amaçsız bir biçimde yürüyor(d)um.
Tek çare içimde sıkışmış duyguları genel bir afla dışarı çıkarmakta bu sayfaya,
ha gayret...
Dün, okul sorumluluğu yaptığım seçim çevresinden ayrılıp, oy kullanacağım sandığa doğru yürürken önüme düşen palamut, burda şimdi, klavyenin sol yanında.



Yatağa sürüklediğimde aşırı yorgun bedenimi dün gece, asker uğurlamalarını, derbi karşılaşmalarını solda sıfırlayacak bir korna ve gürültü kirliliği vardı dışarıda. Perdeleri iki kat kapatmak, gözlerimi uyku gözlüğüyle örtmek fayda etmiyordu. Tek çare rüyaya yatmaktı.
Gece, komşunun saati dört kere gongladığında uyandım, bu sefer peşpeşe silah sesleri, havai fişek gibi geliyordu sesleri. 
Çok sevdiğin biriyle çok büyük bi kavga ettiğinin gecesi uyanırsın ya, zamanı tersine çevirmek istersin, o son sözü geri almak hani
öyle bir tat var damağımda,
çaresiz uyuyorum geri.

Sabah gözlerimi açtığımda, ilk, güneşin doğmuş olması şaşırtıyor beni,
oy yüzdelerine rağmen, hayret.
Ruhumda, çok acı, çok çiğ, çok ekşi, çok kuru, çopçok kekremsi bir tat var. 
Yıkasam diyorum belki geçer, duşun altına giriyorum. 
Temizlenmeğe devam ediyorum, hayret.

Ondaki dersimi iptal mi etsem diye düşünürken, hazırlanıyorum.
Kapıcı, daireleri gezip, asansörün dört gün kullanım dışı kalacağını haber ediyor.
Onunla selamlaşıp, apartmandan çıkıyorum, 
Çantamı yukarıda bırakmışım, 
                                            geri dönüyorum.

Köşeyi dönünce görüyorum ki,
iki Kürt usta, apağır aksanlarıyla, tıknaz ve aptal teknikere elektrik hattının niye onun dediği yerden geçemeyeceğini anlatmaya,
bir diğer genç arabadan demirleri indirmeye,
özetle, inşaat yükselmeye devam ediyor.

Durağa vardığımda, turkuaz başörtülü güzel kadın, beyaz kulaklıklarından müzik dinliyor ve
Üsküdar minibüsünün mavi şapkası yerinde duruyor hayret.
İki virgül yirmi türk lirası uzatıp, oturuyorum.
Selamsız'da papatya suyuyla saçları açılmış pejmürde genç kız, yürümeye devam ediyor kirli-bej anorak montuyla,
Dünyanın en saçma park noktası, iki şeridin bildiğin ortasında yine bir araç duruyor.
Minibüsten inenler, otobüse binenler, dünyanın en mühim insanlarıymış gibi en önden gitmeye çalışıyor yine, dün yaptıkları gibi.

Sahilde,
tam önümde yürüyen ve lacivert kotunu kırmızı montuyla kombinledikten sonra sarı çantasını sağ eline almış karamel saçlı bir kadın yürüyor ve
kadının öğle yemeğinin yanına servis edilecek itimat marka ayranları
yanımdaki adam, dikine model el arabasıyla  taşıyor dönerciye.
insanlar yemek yemeye devam ediyor,
ona da hayret.

Kaçmasın diye iri bir halatla kıyıya bağlanmış Kabataş motoru, yukarı aşağı sallanıyor ve mavi bir çakmak suya mükemmel bir diklikte yeşil suyu kirletiyor.
Az ilersinde beyaz deniz anaları her zamanki yerlerinde besleniyor,
ve plastik yoğurt kabı,
boğazın olmazsa olmazı.
İçeri geçmeden önce alt katın balkon demirlerine dayanıp iskeleyi inceliyorum. Martılar ve aralarına sızan bir güvercin kahvaltı telaşında.
Yüzümü suya çevirdiğimde, yüzlercesini görüyorum, 
gamsız
avlanma devam ediyor.

'Kabataş' anonsu geldiğinde, başımı, bir adet okul içi, bir adet okullar arası olmak üzre iki whatsapp grubundaki seçim yazışmasından kaldırıp karşıya bakıyorum. Dersin başlamasına on beş dakika var ve ben belki ömrümde ilk defa yanlış motordan iniyorum,
taksiye atlayıp, doğru yöne ilerliyorum.

Taksimetre çalışıyor,
hem de sarı arabada en kaygısız roman müzikleri çalıyor,
araya bir de Sibel Can'ın yeni cover şarkısı giriyor.
İnsanlar cover yapmaya da devam ediyor, 
haphayret.

Bir buçuk saat sonra, iki havalı ve tulumlu genç erkeği, bina önündeki elektrik kutularını resimlerken görünce,
resim yapmaya devam edenlere şaşıyorum.
Doğru vapurla Kadıköy'ün yolunu tutuyorum.
Çııayy isstiyennnn? diye sormaya devam ediyor gezici garson.
Bir gitar ve bir kemandan mütevellit deniz müzisyenleri ürkek adımlarla olay yerine yaklaşıyor, Drama Köprüsü'nü çalmaya başlıyor.
Haydarpaşa garı yerinde duruyor, hayret.
Akbank ATMsi bozuk, ATM'ler bozulmaya devam ediyor,
Başka bir banka, para çekme makinesi indirtiyor kamyonetin arkasından.

Azgın sevgili, kız arkadaşının yüzüne aptal bir ifadeyle bakmaya, 
ve aklından geçenleri saklamaya çalışıyor
ve parfümeriler kozmetik satmaya devam ediyor hayret.

neredeyse tek örnek giyinmiş dört genç çocuk yanımdan geçiyor,
çete usulü gezme modası var olmaya
röfleli saçlarını alelade toplamış, siyah eşofman mor spor ayakkabılı genç annenin önündeki bebek arabası ilerlemeye,
ve o an dünyaya giriş yapmış merakıyla etrafı inceleyen, 
bereli bebek yaşamaya devam ediyor.

Devlet tiyatroları Kasım'da da oyunlarını oynamaya,
Flüt sesleri Haldun Taner'den yükselmeye,
Çingeneler iki elleri ceplerinde çiçek satmaya
ve kalabalıklar ortasında bir kenara sığınmış genç kızın gözleri dolmaya devam ediyor.

Bir benmişim gibi geliyor, takviminde bir kasım yaprağı asılı kalan;
bir daha acıkmayacak, bir daha şarkı çığırmayacak, bir daha yürümeyecek, bir daha dokunmayacak, bir daha yaşamayacak gibi hisseden gerçekten bir ben miyim?
O uçsuz bucaksız tarlanın ortasında, o uzak dağın tepesindeki inadına yeşil meşe ben miyim bi tek?

Hayır, bu yazıyı okuyanlar ya da bu satırlar gibi hisseden milyonlar var biliyorum.

Bahariye Caddesi'nde çantalar, ayakkabılar, şallar salınmaya devam ediyor vitrinlerde.
Çıtır simit yine kokuyor mis gibi. 
Güneş hep bu yokuştan yukarı çıkarken mi ışıldar?
İnsanlar dedikodu yapmaya devam ediyor ve aralarında gülüşmeye.
hayret acıkıyorum.
Yirmi lira versem bozabilirmisiniz, diyorum, bir pınar beyaz peynir bir de gevrek simit dolu şeffaf poşetimi sallayarak tırmanmaya koyuluyorum yolu yine.
İnşallah diyorum, çay ocakları da çay satmaya devam ediyordur.
Halk eğitim merkezinin karşısındaki gümüşçü, dükkanını 2 trilyona satmış, kahveci açılacakmış oraya. Kadıköy'de cafeler açılmaya devam ediyor.
Pasajın önündeki banka oturuyorum, açık, taze, şekersiz bir çay istemeye devam edebiliyor canım.
Karnımı doyurup nihayet dertleştiğimde bu sayfada dostlarımla, youtubeda bir şarkı çalmaya başlıyor:

Ağladıkça, ağladıkça, dağlarımız yeşerecek
Görecek göreceksin, ağladıkça, ağladıkça
Geceyi tutacağız, görecek göreceksin
Ağladıkça, ağladıkça güneşi tutacağız,
Görecek göreceksin




2 yorum:

  1. Çok hoş blog ve şahane yazılar. Daha önce nasıl görmemişim. Hayret!
    Merhaba:)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim! Okuyanın algısındadır varsa bir güzellik.
    Ben de senin blogunu severek takip ediyorum ama genelde arkadan çekilmiş yeni bir fotoğraf oluyor sayfada :)
    Merhaba, bu arada!

    YanıtlaSil