6 Kasım 2015 Cuma

Kariyer Navigasyonu

Güzel okur,
Seçimlerden bu yana beş gün geçti. Üç gün, kendime verdiğim resmi yas süresiydi zaten, kalan ikiyi de hafta sonuyla birleştirdim, uzun bir psikolojik tatil oldu, anlayacağın. Hayatımda ilk kez seçim sonuçlarına bakmadım. Bingöl'ün Yayladere ilçesinde, İstanbul'un Çamlıca semtinde hangi parti ne kadar oy almış ilk defa merak etmedim. Halen de bilmiyorum.
Dün, gündüz, epeydir kafamı meşgul eden bir konuyu kuzenim Yağmur'a açtım. Dünyanın en iyi dinleyicisi, en güvenilir dert ortağıdır kendisi. Ailemizin kara kutusudur bir nevi.
Konuşmamız, hayat kurtarıcı oldu.
Akşam olunca da, insanın, artık çocuk olmadığını fark ettiği nadir anlardan birinde buldum kendimi,
Aldım karşıma J'yi, konuştuk bizi bekleyen muhtemel geleceği.
Gözünün üzerindeki kaştan dolayı insanların tutuklanabildiği ya da öldürülebildiği
bir ülkede bizi bekleyen olası sonlar nelerdi,
sakin, olgun, gerçekçi bir biçimde netleşti.
Üç haftadır içimi kavuran sıkıntı, final sınavı öncesi stresine benzer mide krampları ve baş dönmeleri bitti.
Uyudum dün gece, uykumda hiç delik yoktu.
                                       


Sabah, saatimizin alarmı beş kırk beş itibariyle öttüğünde, ben derinlerde bir rüya izlemekteydim. 
Tek başıma oturuyorum Moda Sahnesi'nin cafesinde, demleniyorum yalnız başıma, rakı masasında :)
Sonra Mert Fırat geliyor, acaip yakışıklı ama,
Diyor, biz de az ilerde içiyoruz, gelsene yanımıza :)
Yok diyorum sizi rahatsız etmeyim, ben böyle iyiyim baya. :)
Evet, rüya görmeye, ve saçma rüyalar görmeye başlamaktır hayatın normale dönmesi bir anlamda, 
haydi hoş geldim, sıradan hayatıma!

Artık otomotik pilotta gerçekleşen eylemler dizisi, 
Jnin iş kıyafetlerini dolaptan çıkarmam, ayağıma dün gece yatarken çıkardığım çorapları geri giymem, pencereyi açıp Venüs'ü aramam, depderin bir nefesi içime çektikten sonra, ciğerlerimde hava tahlili yapmam, bugün hava soğuk olacak diye düşünmem, vs.
Bunlar hep evimizin, bir birini takip eden, zombivari şafak düzeni.
J duştan çıkıp giyindi, her günkü gibi sol eliyle sol böbreğimden kavrayıp, alnımın sağ boynuz yerinden öptü ve oturdu kahvaltısına.

Ben bi ara mutfaktan çıktım, az sonra geri döndüm, gömleğinin kol düğmelerini ilikliyordu sandalyesinde ve gömleğinin kol düğmelerini ilikliyor ise benim eşim, havalar soğumuş demektir. Sol omzunun üzerinden, ağzındaki kızarmış ekmeği kıtırdatmaya devam ederek bana baktı ve bir süre bakıştık öyle. Saniyenin, diyebilirim beşte biri kadar kısa bir süre geçti geçmedi;
-Bişey mi lazım canım, dedim.
-Yooook, dedi. (her şey yolunda tonlamasıyla)

Saçlarını kurutmadığını fark ettim ve banyoya gidip kurutma makinesiyle geri döndüm.
O an kafamda bir lamba yandı, benden ne yaman garson olurdu diye düşündüm. Bu fikir beni o kadar heyecanlandırdı ki, anında kafamda bir blog yazısı tasarladım. Dur dedim bu eğlenceli düşünceyi, morali bozuk dostlarla paylaşayım açılsın içimiz, iki dakka.

Nedenlerini sıralayalım, ard arda:

Empati:
Bi kere empati yeteneğim korkunç yüksek. Kendimi birinin yerine koyup onunla birebir özdeşleşebiliyorum. Misal kan tutuyor beni, yani o anlarda bedenim, kanayan yeri vücudumda bir yer sanıp, sistemi kapatıyor, bayılıyorum. O derece düşün :) Ve bir insan ne bekler, ne düşünür, neden öyle değil de böyle davranır bunları tamamen anlayabiliyorum. Yargılamadan önce, o insanla birebir aynı süreçleri yaşadığımı düşünüyor sonra bir fikre varıyorum. Hatta çoğu zaman, o insanın, bana doğru gelmeyen, o sonucuna varıyorum ben de :)

Sabır:
Allah bana bir sabır vermiş, dostlar başına. Ama itiraf etmem lazım, eza ve sıkıntı karşısında çok başarılıyım, basit ve sıradan konularda sabırsız olabilirim. Sipariş verirken istedikleri kadar düşünsünler, beklerim.
Türklerle sorun olmaz, Papua Yeni Gine'ye de gitseler döner ayran isterler :) Diyelim Amerikalı bir müşteri geldi, (ki Amerikalı müşteriyle muhattap olana bol şanslar), bir kere, altmış iki dakika menüyü inceler, ne nedir, neyin içinde ne var ne yok, ıncığını cıncığını araştırır sorarlar. Araştırmacı müştericilik konusunda üzerlerine yoktur onların. Olsun, yüzde kırk dokuz buçukla terbiyelendi bünyemiz, ona da katlanırız!

Çoklugörev (Multitasking):
Önceki yazılardan bilirsin, sarımsak dövüp aynı anda çorba karıştırabilen bi insanım, hem sipariş alır, hem yan masanın içeceği bitti mi diye kontrol eder, hem kapıdan yeni giren müşteriye masa işaret eder, hem de akşam okuyacağım kitap için heyecanlanabilirim :)

Süprüzcülük:
Tanıyanlar nasiplenir, hediye vermeyi çok severim. Kafam yedi yirmi dört sevdiğim insanlarla meşgul olduğundan, bir dükkanda ya da sokakta beğendiğim şey o an kafamda kim yer ediyorsa onla eşleşir. Şaşırtarak hatta şımartarak mutlu etmek için benim de nasıl işlediğini bilmediğim, hiç bozulmadan çalışmaya devam eden özel bir üretim hattı var içimde. Müşteriye öyle bi süprüz yaparım ki ömür boyu unutamaz valla :)))

Güleryüz:
İstanbul'da yaşayanların sırf bunun için bana  bahşiş yağdıracağına eminim. Dünyanın en mutsuz servis elemanları bu şehirde çalışıyor zira. 

Göz ve enerjiyle konuşma:
Bu kısmı okuyanları korkutmak istemiyorum ama genelde insanların dudaklarıyla söylediklerini değil, yüzleri ve bedenleriyle anlattıklarını dinliyorum. Bu, kendini arama sürecinde tavan yapmış bir yeteneğim. Zaten feodal bir kültür ve büyük bir aileden geldiğim için, idrak, karakterimin ve yaşamımın önemli bir parçası. Neye ihtiyaç duyuluyor veya duyulabilir veya duyulacak konulu tartışma programı, kafamdaki televizyonun gün boyu devam eden bir yayını. 
İnsanların bedenlerinden yayılan enerjiyi de okuyabiliyorum. Radarım, mutsuzluk ve gerginlik ölçümünde çok kesin sonuçlar veriyor özellikle. Restorana adım atan müşterinin, attığı işte o adımdan ruh halini çözebilirim diye düşünüyorum. Hemen kendisine bir bomonti filtresiz öneriyorum, oluyorum bitiyorum. :)

Aslında bi dolu başka şey daha ekleyebilirim ama uzatmaya gerek yok çünkü bağlamak istediğim başka bir yer var konuyu.
Blogun bu bölümü, hayatımın devam eden kısmında dümeni ne tarafa kıracağımla ilgili ya, o yüzden iş güç meseleleri de önemli tabi. 
Şimdi, insanlar kariyer ya da meslek ya da meşguliyet hayalleri kurarken hep CEO olmayı filan düşünürler. Yani çok önemli, çok para kazanılan, çok az insanın ulaşabildiği, gıptayla bakılan filan bir iş hayal eder çoğu kişi. Ben de onlardan biriydim. Bu hedef biçim değiştirdi ama önemli ve zoru başarma isteği baki kadı. Oscar konuşma provamı halen kafamda çeviriyorum ne olur ne olmaz diye :) 
İşte bu sabah, hepiniz uyurken, evin koridorunda, heyecandan içimin içime sığmamasına neden olan gerçeklik, o sanki çok zormuş ve çok uzakmış gibi görünen ve nihai tatmini ve dolayısıyla başarıyı ve dolayısıyla kazanımları getirecek pozisyon ya da iş adına ne dersen, sana, sadece bir tercih uzaklığında olabilir. Ya da bana. Yani belki kafanı, yani belki kafamı, gökyüzünde üzerinde bir gün uyumayı düşlediğimiz o buluttan indirip, gözümüzün önündeki kanepeye çevirirsek bizi daha rahat ve kaliteli bir uyku ve daha tatlı bir düş bekliyor olabilir.

Belki de göreceğimiz düşün özlemini çekmekten, uyumayı unutuyoruzdur. 
Belki korkular, 'ne der?'ler, 'ya beğenmezse!'ler, 'ya beni ayıplarlarsa!'lar, 'bendeki malzeme neye elverişli?' sorusunun önüne geçiyordur.
Belki kimsenin kimseyi yaptığı işten, kazandığı paranın miktarından dolayı yargılamadığı bir şehre iltica etsek, okuduğumuz o okullar, çalıştığımız o dersler, ezberlediğimiz o dualar ve şimdiki zamanda çekimlediğimiz o fiilerin hiç birine gerçekte ihtiyaç duymadığımızı fark edeceğizdir.

ferahlamayla,
d

Bu yazıyı bitirip, havalandırmak için camını açık bıraktığım yatak odasına gittim. Yatağı toplarken, Fulsen Türker'in garson ve mutlu yazısı geldi aklıma. Şiddetle tavsiye ederim:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder