29 Ocak 2022 Cumartesi

Pandemiden önceki ilk çıkış

Dünyaya geldiğim kasaba deniz seviyesinden 1700 metre yüksekte. Ondan muhtemelen yükseği severim. Timsah dolu göllerin üzerinde zipline yapmışlığım, gökyüzü dalışıyla uçaktan kırk beş saniye serbest düşmüşlüğüm, rakımı iki bin iki yüzün üzerindeki kutsal Silbûs'umuzun zirvesine defalarca çıkmışlığım hatta Ağustos'ta orada kar yemişliğim vardır. Dedim ya yüksekler sever beni, dağlar özellikle, ben de onları.

O sebepten mütevellit, yaşadığım evler hep üst katlarda olsun istedim/isterim. Son on üç yılım dördüncü beşinci katlarda yaşayarak geçti. Şu an oturduğumuz dublex evin üst katında şahane bir teras var. Pandeminin ilk dönemlerinde Uludağ'ı bile gördük ordan mesela. 
Yağmur veya kar yağdıktan sonraki günün sabahında orayı temizlemek hem en güzel spor hem de en güzel terapi benim için. İşte yirmi üç ocak günü de yine hem ciğerlerime temiz hava doldurmak, hem karları temizlemek için kapıyı açıp gökyüzüne doğru kafamı çevirdiğimde gördüğüm manzara şuydu:

instagramcıların dikkatine: filtre yok

Yedi santigrat derece hava, güneş parlamakta, beyaz serseri bulutlar-gece onlar da kartopu oynamış belli- ve masmavi bir gökyüzü. Güzel iklimden anladığım bu zirâ, zıtlıkların dengesi: Yazın ılık yağmur, kışın aydınlık ayaz.
Üst katın banyosundan geniş ağızlı çekpas, yumuşak kıllı fırça, el süpürgesi ve plastik kürekten oluşan cephanelerimi alıp dışarı çıkıyorum yine. Çekpası elime alıp yüksekliği yirmi santimetreyi bulmuş olan kara vurduğumda ilk darbeyi hemen bir flaşbekle doksanlı yıllara ışınlanıyorum. Köydeki taş evimiz yapılmadan önce bizimkilerin yaşadıkları ve sonraları samanlık/odunluk/depo olarak kullanmaya başladıkları damın üzerinde kar kürüyen dedemin kürek darbeleri geliyor gözümün önüne. 
*
Hepimiz gibi beni de çocukken çok şey büyülerdi. Örneğin karpuz kabukları yiyen bir eşeğin ağzından çıkan katur kutur sesleri, rehberli bir meditasyonu gerçekleştirir gibi trans halinde dinlerdim. (Yorum kısmına yazıp benimle paylaşırsanız sevinirim, sizi etkilen, meraka düşüren, transa geçiren, hipnotize eden şeyler nelerdi?) Bu flaşbekin ise beni götürdüğü an bir ocak ayı muhtemelen. Babam ve dedem ellerinde birer kar küreği tutmuş vaziyetteler. Aralarında anlaşmışcasına üzeri en az altmış santimetre kar tutmuş damın farklı yerlerine dağılmış kar kürümekteler. Benim dikkatim tamamiyle dedemin üzerinde. Dedem küreğiyle devasa küp şekerler yapmakta muntazaman. Önce sağına sonra soluna sonra arka kısmına darbeler indirerek şekil verdiği bu küpleri en son altlarından küreğiyle kavrayarak damın uç kısmına taşıyıp aşağı fırlatmakta. Damdaki kar temizliği hiç bitmesin istemekte o an çocuklar. 

kişilerin mahremiyeti açısından yüzleri sakladım

O günün bi fotoğrafı şu an yok elimde ama kardeşim Hl'dan yukarıdaki resmi istiyorum bloga koymak üzere netekim bu da aklıma önceki hatıraları getirmekte, her baktığımda.

Bu hatıralardan birinde, yine köydeyiz bir sömestr tatilinde, Kn diye bir erkek çocukla kartopu oynuyoruz kapımızın önünde. Oyun kısa sürede bir savaş formatını alıyor ve her savaşta olduğu gibi iki tarafa ayrılıyoruz. Kn iyiler ve kötüler saflarını belli etsin istiyor. 'Sen' diyor 'polis ol, ben gerilla olayım' ve daha ben cevap vermeye zaman bulamamışken indiriyor bir kartopunu sol omzuma, parkamdan tok bir 'pat' sesi duyuluyor. O rol dağılımı bugün halen içime sinmemiştir benim ve her kış yeniden hatırlarım iyiler ve kötülerin savaşını.
                                                                               
 *

Yirmi dört ocak pazartesi günü akşam saatlerinde başlayan kar da haliyle yığınla hatırayı hatırlattı bana. Dershaneye gittiğim Eskişehir'in ayazını, üniversitede kaldığım yurdun arkasıdaki yokuştan poşetlerle kayışımızı. Bir seferinde donumuza kadar ıslanıp odaya döndükten sonra sütyenim hariç tüm elbiselerimi kalörifer peteğinin üzerine yerleştirirken farkında olmadan perdeleri aralamış bulunduğumu ve dışarıdan 'Oooooooooo' sesleriyle şok oluşumu ve oda arkadaşlarımın kahkahalarla ve yıllarca benimle dalga geçişini...


O pazartesi akşamı/gecesi bizim mahalle -sonradan istanbulun her mahallesinde aynı manzaranın yaşandığını öğrendim- büyüğüyle küçüğüyle sokağa dökülmüştü. 
İnsanlar özellikle bağırarak konuşuyordu sanki, 
bir eğlenip beş çığlık atıyordu çocuklar. 
Kolonya yoktu elinde kimsenin, maske yoktu yüzlerde.
Bu sokakta lira döviz karşısında erimemişti henüz, yıllık enflasyon da beklenenin altında kalmıştı.
Kimse kimseye mikrop gözüyle, mikrop bulaştırır diye bakmıyordu
Tanışmayan insanlar beyaz toplarla selamlaşıyordu o akşam
Başını eşarpla ya da bereyle kapatmıştı kadınlar farketmezdi
Yürek kapıları ardına kadar açık kalmıştı o gece saat bire kadar.
Ciddi bir baba var gücüyle oğlunu ittirmişti yokuş aşşağı varsın fazla ilerlememiş olsundu.
Bu sokaktan bir salgın geçmişti, haritalar kızarmıştı bir ara.
Ve sokağın turuncu lambasının altında usul usul yağan kar yeni bir başlangıcın haberini vermişti bize, 
sakin bir bilgelikle,
DSG

4 yorum:

  1. Yaşlı amcaların ustalıkla, sabırla, özenle tütün sarışı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, ve finalde dillerine yapışıp kalmış son bir tütün parçasının tek hamleli bir ustalıkla ve tükürülerek atılışı...

      Sil
  2. Gördüğüm kimi yaşlı kadınların micre’de az miktarda suyla uskire yıkaması ve durulaması.

    Micre: Bulaşıkların ve çamaşırların yıkandığı, ayrı bir gideri olan taştan mutfak bölmesi.
    Uskire: Daha çok bakır ve krom olan irili ufaklı tas ya da kaseler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) Doğru. Az miktarda suyla bardakların durulanması ama deterjanın çıktığına emin olmak için var güçle ovalanan camdan çıkan gıcırtılar....

      Sil