26 Ekim 2015 Pazartesi

Saatler ileri mi geri mi?

Patavatlı okur,
Pazar günü, 'Şimdi saat kaç?' geyiği çevrildi her yerde, biliyosun.
Kuzey yarım küredeki ülkelerin çoğunda, ilkbaharda saatler bir doz ileri, sonbaharda da bir doz geri alınıyor doğal gün ışığından daha fazla yararlanmak için. Kim düşündüyse Allah bin defa razı olsun. Bana bir saat daha gün ışığı verenin kırk yıl kölesi olurum!
Merak ediyorum, Yurtdışındaki Otellerde, İstanbul'un saati kaçı gösteriyordu

                   
An itibariyle Diyarbakır'(Amed)da konaklayan kardeşim H'nin kışlıklarını alıp kargoya vermek için anneme uğradığımda, bayramdan beri günde ortalama üç kez bahsini ettiği ve bana bir türlü teslim edilememiş kurban eti konusu bir kez daha açıldı. Anne, dedim, sen en iyisi pişir biz gelip burada yiyelim. Birbirine, yürüyerek on, minibüsle üç dakika mesafedeki bir evden diğerine gitmenin bile Everest'in tepesine çıkmak gibi zor göründüğü bir şehir bu şehir işte. Neyse, Susurluk'tan sonra her pisliği Çatlı'nın üstüne yıkma modası başlamıştı şimdi biz de kabahatlerimizin hepsini İstanbul'un üzerine yıkmayalım ve kabul edelim, sarı olmayan saçlarımızdan da biz sorumluyuz :) 

Yemek nasibimiz Pazar akşamınaymış. Organize olduk, haberleri yaydık, istikamet ana ocağı.

Bu arada gün boyu, duvar saatinin, bilgisayarın, kol saatimin ve telefonun farklı gösterdiği zamanlarla, zamanda yolculuk baya baya mümkün duygum baya baya pekişti. Uyanıyorum saat 9:30, tvittera bakıyorum hop 8:30'a geri dönüyorum. Hiç öyle geleceğe dönüş moduna da girmeye gerek yok, duvara bak geri telefonuna bak, tamam. 
***


Altı kişilik konuk ekibi olarak yemeklerimizi yiyip, geriye yaslanmış ve işyeri sorunları boyutunda derin muhabbetlere dalmıştık annem eve döndüğünde mevlütten. Uzun simsiyah eteğini, sıfır kollu (evet dışarsı eksi yüz dereceyken ev içi modası budur annemin) V yaka penyesiyle kombinlemişti, ve eşarbını aşağı doğru sıyırdığında, boynunun alt kısmına inadına zıtlaşır gibi bembeyaz bir saç çıkmıştı ortaya. Annemin saçları ne ara beyazlamıştı, yoksa bugün, onun yarım küresinde zaman bir kaç yıl ileri mi alınmıştı?

Kardeşim Z, anne sen saçını mı kestirdin, diye sordu. Annem mahçup bi gülümsemeyle, evet derken sesi titredi, ve gözleri buğulandı. Sıcağa ve sıkıntıya hiç gelemeyen (tişörtlerin bile yakasını keserek genişlettikten sonra giyebilen) S. Sultan, gece uyku tutmadığında yastıkla yaptığı savaşlardan birinin sonunda, bir gece vakti faturayı kalan siyah saç uçlarına kesmişti.

Son siyah saçlarımdı diye kıyamıyordum ama kestim sonunda, dedi. Onun içine girdiği ruh halinden habersiz, memleket büyüklerinin üç yüz almış derecelik gaflarına gülüp moral bulmaya çalışıyorduk, kara borsadan. Sultan, elinde bez bir torbayla geri döndüğünde haberimiz olmuş oldu, bir ara aramızdan ayrılmış olduğundan. Bez torbadan bir torba daha çıktı, sonra annem, dalgasına bakmaya kıyamayacağın, kepkestane, ışıl ışıl ve capcanlı siyah saçlarını, sağ eliyle avuçlayıp bize göstermeye başladı. 

'Yıllar bir avuca sığar mı?'nın cevabı gözümüzün önündeydi. Bin dokuz yüz elli sekiz yılında dünyaya gelmiş ve bir o kadar kez bu dünyanın cefasını çekmiş bu kadın, henüz daha aktarmalarda oyalanan yolculara işte böyle teşhir ediyordu bitiş çizgisinin buruk gerçeğini. Zamanı dondurmak istemişti saçlarında, halen geç kalmadığını ispat etmek istemişti bu kestane dalgalı tellerin şahsında. Hani halen fırsat kalmış olabilirdi hayatı gönlünce yaşamaya, telafi şansı vardı daha.
***



Canımın, çekirdeğe yakın, vitamini bol yerinde saklı dostum Senem, whatsapp'tan yukarıdaki mesajı yolladığında, mesele sonunda çözülmüştü. 
Saatler Orta Doğu'yu gösteriyordu.
Mars'ta su aramaktan vazgeçilmişti bizim ülkemizde, leylekler bu mevsim göç rotasından çıkarmıştı bizi..
çocuklar, otuz beş günlükken ölmek kafalarına yatmadığı için, doğmaktan vazgeçmişti
ölüm bir kutsal olmaktan çıkmış zulüm aracına dönüşmüştü.
insanın içini eritecek cinsten sıcak ve sivil bir gülüş panzer arkasında sürüklenmişti.
başımıza bela bir kentte, cumartesilere yüz iki karanfil hüznü düşmüştü
oyuncaklar güney sınırını geçememişti
yarbayların bile devletle arası yarılmıştı,
ve
kardeşi kardeşle karşı karşıya getirenlere karşı, büyük kardeşin tahammülü kalmamıştı artık.
Mıknatısın iki ucu dört kutba dönüşmüştü ve bu dört uçtan hepsi birbirini fena halde iteklemişti.
Bir anne, gençliğine olan inancını yitirmişti.

Ve bu tabloda bana önemli bir görev düşmüştü,
üstleniyorum
mecburiyetle,
d

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder