3 Ekim 2015 Cumartesi

Ben bir Amaç'ım

Derin okur, 
2 Ekim'de, bir karar açıklayacaktım, bugüne kaldı.
Koçluk seanslarıma son vermeye karar verdim. 
Koçlukla işim bitti ya da, alâkam kesildi değil, seanslarım bitti, buraya dikkat. 
Deniz'le Cuma saat 2'ye sözleşmiştik ama Pazartesine ertelemek durumunda kaldık.
Son seansı yapıp, bi blog yazısı patlatırım diyodum, olmadı. :)

Analitik okur,
De ki bu da nerden çıktı? 
İzah edeyim:
Kuzenim Yağmur'la Deniz arasında koçluk çöpçatanlığı yaptığım günün akşamı, dersten eve döner, yokuş aşağı iner ve hiç unutmuyorum  UCZ'nin önünden geçerken içimden yine bir a-ha sesi geldi.
Aslında bu 'aydınlanma' meselesi ayrı bir blog yazısını hak ediyor ama ben kısaca değineyim.


  1. Havai fişekler vardır, gürültüyle fırlarken tektir, bine bölünür ardından, sonra aşağı inerek söner.
  2. Sokak ışıkları vardır bi tek direğin etrafına turuncu bi ışık yayar.
  3. Ampuller florasanlar vardır insanın gözünü yorar, 
  4. Bir de aydınlatmalar vardır, karanlıkta havaya fırlatılır, çok geniş bir alanı ışıkla yıkar, o süreli aydınlıkta görünenler, sonraki planlara ışık tutar.
İşte benimkiler bu sonuncu cinsten. 
İçimdeki akşam üstlerinin üzerine hep bu renkli ışıklar damgasını vurur. (ya da vurar :)
UCZ'den inerkenki, 
sarı renkti.
                                                  ***

Dikkatli okur,
Blogun düzenli takipçilerindensen bilirsin; 
beş, on, yirmi yıl şeklinde kalkınma planlarım yok benim.
Bugün var ve biraz sonraya ağlarını atmış bir şimdi var. 
O akşam yokuş aşağı, vites boşta inerken fark ettim, bir yıl öncesinden çok farklı bir ruh halindeyim. Mühendisliği bırakmam ve hayatıma radikal bir değişim eşliğinde yön verme isteğim, babamın tutukluluk durumu ile süresiz bir sekteye uğramıştı. İki buçuk yılın sonunda bir bahar akşamı nihayet güzel haberi aldığımda, içimde hayata geçmeyi bekleyen üç yaşında çocuk planlar, cevaplanmayı isteyen üç yaşında ergen sorular vardı. Boy boy, biçim biçim, istemediğin kadar hem de. Gerçekten, çok yavrulu bi kuş gibiydim, hangi birini doyursam, hangisini giydirsem, hangi şımarığı pataklasam ve hangisinin saçlarını örüp okula yollasaydım!
Haftanın her günü blog yazısı yazıyordum bir dönem, yetmiyordu, üstüne akşam postası mı yazsam bi de diye düşünüyordum :)

Yani benim güzel okurum, bagajım epey yüklü ve doluydu.
Geçen bir yıl, dört mevsim, on iki ay ve elli iki haftada tüm çocuklar büyüdü, yuvadan uçtu, kalakaldım ortada. 
Huzurlu ve yalnızım içimdeki balkonda, 
sallanan bir koltukta, 
ileri geri salınmaktayım.
Evet, sarı renkli ışık, bunu diyordu bana,
ilerlemiyorsun artık, yerinde sayıyorsun, 
artık var bunun farkına.

Hikâyenin başında blogumun başlığı;
'Ben Kimim: Kendini Arama ve İnşa Günlüğü' ydü.
Bugün geldiğimiz noktada, ikinci bir chapter açılıyor hayatımda.
Artık birikmiş, kendini dayatan, aciliyet taşıyan soru ve sorunlardan çok, kurgular, vizyonlar olacak çalışma masamda.

Dünya'ya ya insan gibi yaşamaya geldim,
ya da insana yaraşır biçimde ölmeye.
Şimdi mesele bu amacın ne olduğunu keşfetmekte,
ve yolun devamını bu şiarla yürümekte.

Dün, telefonuma bir ekran koruyucu ararken, Google'a ünlü ressam Monet'nin adını yazıp arattım. Onun tablolarındaki ışık, canlılık, renk, aydınlık beni her seferinde çok hafifletir. Görseller arasından bulduğum bir resme gözlerim kilitli kaldım bir süre.
Çayırdan bir tepenin başında bir kadın, uzaklara bakıyor.
Göğün ve yerin tam ortasında duruyor.
Arkasından bir rüzgar ittiriyor ama onun acelesi yok.
Sol kolunun vücuduna paralel duruşu, sükunet
Sağ elinin, şemsiyeyi kavrayışı zarafet,
Bembeyaz elbisesi, safiyet,
Ayaklarının zemine oturuşu emniyet,
Şapkasının sağa kaykılışı, estetik,
Yüzünün olmayışı, feraset
Bedeninin uzağa görünmez uzanışı,
henüz bulunmamış bir varoluş amacı.

İşte filmin ikinci yarısında, 
beni bu amacı bulmak meşgul edecek,
'Yaşam amacını bulma rehberi' adıyla,
d

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder