17 Eylül 2014 Çarşamba

Dünya Turu mu, Kendine Yolculuk mu?

HaJ'ın arkadaşı A, (artık benim de arkadaşım), İstanbul'a vardığında, beş aylık kendini keşif yolculuğunun büyük bi kısmını geride bırakmıştı. İngiltere, Fransa, Almanya ve Yunan adalarında toplam 3,5 ay kalmıştı. Sonraki durağı Ukrayna.
Yaşadığı şehirden yani Los Angeles'tan yola çıktığında cebinde sadece Oxford'a varış ve Kiev'den dönüş bileti vardı, bunun dışındaki tüm yolculuğun doğaçlama hatta kendiliğinden olmasını istedi.

bizimki Dünya turu modunda ama aradığı şey kafasının içinde!
Müze bilmem ne gezmekle ilgilenmedi. Onun yerine, insanları gözlemledi, bol bol fotoğraf çekti, her önerdiğimiz yere gitti, her yemeği denedi... Akşamdan akıllı telefonundan işaretliyorduk gitmeyi düşündüğü yeri, haritayı kaydetip, sabah erkenden çıkıyordu evden... Tek başına olmaktan gocunmuyordu, hatta bazen tercih ediyordu.
Bu kadar her şeye açık, cesur, girişken, rahat (ve alakası yok ama belirteyim acaip yakışıklı) adam, kaldığı tüm süre boyunca eşine referansla konuştu. Bir konu hakkında fikrini söylerken 'eşim diyor ki', 'eşim kitabında bu konuyu şöyle açıklıyor', 'eşim senin gibi düşünmüyor', vs. Bence kendisi farkında değildi bu durumun. Her ne kadar kendisi dindar olmasa ve dindar olanlara biraz üstten baksa da, onun yaptığı şey tam olarak bir 'dindarlık' örneğiydi. Yani eşi, onun 'dini' olmuş ama kendi farkında değil. Kadından ve kitabından o kadar çok bahsetti ki, kardeşim H, çalıştığı yayınevine önermek üzere kitabın pdf örneğini istedi... Yani A, sadece ondan bahsetmekle kalmıyor bunu yaparak ona yeni fırsatlar yaratıyor hatta abartıp daha ileri gideyim onun kaderini yaşıyordu, kendininkini değil. 
Hatırlıyor musunuz önceki blog yazılarımdan birinde (keşif mi, yıkım mı, inşa mı başlıklı), kuzenim Eu'nun baktığı faldan bahsetmiş, o falda söylediği iki şeyin beni çok etkilediğini yazmıştım. Birincisini anlatmıştım zaten, işte o ikinci olay bu. Tabakta dindar biri vardı (ki yakın çevremde yoktur) ve kendi kendine ibadet ediyordu, izole. Tam da A'yı tarif ediyordu.
A'ya bakıp, 'bi insan, gittiği yere kafasının içindekileri de olduğu gibi taşıyorsa, fikir ya da düşüncelerinin yenilenmesini, değişmesini ya da gelişmesini dolayısıyla da kendini keşfi nasıl bekler?' diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Tam da benim kendimi sorgulamalarımın üzerine gelince bu hadise 'tamam' dedim. 'eğer kendine başkalarının gözünden bakarsan sadece soruları buluyorsun, cevaplar içeride yani kendinde!' Ve bu durum, Deniz'le (zamanı biriktirmeye ne dersiniz başlıklı blog yazısına bakınız) tanışmamla birleşince işte benim yolculuğum başladı, interaktif bir boyut aldı, gerçi kimse bloga yorum yazmıyor ama olsun :)


Demem o ki, ıssız bir adada olsaydınız, etrafta tanıdık ya da sizi yargılayacak kimse olmasaydı, nasıl biri olurdunuz? Daha da önemlisi kendiniz hakkında ne düşünürdünüz?
Cevaplarınızı aşağıdaki yorum kutucuğuna yazın bi de blogu kendi sosyal medya ortamlarınızda paylaşın lütfen. Yani paylaşmaya değer buluyorsanız eğer.

çarşafa dolanmayan çarşambalar,
d

3 yorum:

  1. Issız adada olsaydım aynı olurdum herhalde ama kendim hakkımda ne düşündügümden emin değilim. Her tanıştığım insanın sesini içimde taşıyorum. Istersem, istemezsem onlar devamlı yorum yapıyor. Zihnim silinseydi, bu adada, daha sakin, toleranslı, bilgeye sahip biri olurdum. Ama tabii ki bunlardan tam kurtulmak istemiyorum. Bence ıssız adada yalmız olmuyoruz, sesler her zaman var ama o sesleri nereye kadar içimize girmeye izin verdiğimiz üzerinden düşünmemiz ve dikkat etmemiz lazım,.

    YanıtlaSil
  2. Issız bir adada ; kendini yeterince iyi tanıyorsan ve yaşıyorsan deneyim sonucu çok farklı olmazdı bence.Kendinin makul bir haline hapsolmuşsan ve yenilenemiyorsan ıssız bir ada herşeyin değişebileceği , sonuçların çok şaşırtıcı olacağı bir yolculuk olabilir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mesele de o zaten. Kendimizi ne kadar tanıyoruz? Ve ne kadar farkındayız?

      Sil