19 Eylül 2014 Cuma

Neden, istemeye çekiniyoruz?

1999, Beytepe-Ankara
         ........
         d: iyiyim baba, arkadaşlar da iyi
babam: paran var mı kızım?
         d: var baba (!)
babam: kızım paran yoksa söyle
         d: valla var baba param
babam: e, o zaman biraz bize gönder kızım!!

Yukarıdaki hadise, üniversite yıllarında kaldığım yurdun telefon kulübelerinden birinde cereyan etti. Bugünmüş gibi hatırlarım. O zamanlar telefon kartları vardı, arka tarafında manyetik kahverengi bir bant olurdu.

Neyse işte bunlardan biri makineye takılı bir tanesi de elimde yedekte dururken (ve arkamda sırada bekleyen kızlar da öfleyip püflerken) böyle dedim babama. Telefonu kapattım. 'Şimdi ben ne bok yiyecem' diye düşündüm.  Ergenliğim ve çocukluğum kasabalarda geçmişti ve ben öğlen yemeğine hep eve gelmiş, hiç sigara içmemiş, kozmetik ürünlerle tanışmamış, dış görünüşümü yani giydiğim kıyafetleri önemsememiş, ve kapitalist düzene bulaşmamıştım henüz. Dolayısıyla 'para' kavramı benim için yeniydi. Ailem o yıl İstanbul'a taşınmıştı ve ben Ankara'da sıfırdan bir hayat kurmuştum. Sıfırdan çamaşır leğeni ve sıfırdan arkadaşlıklar. Arkadaşlar için olmasa da leğen gibi hayati ihtiyaçlar için devamlı para gerekiyordu. Evde olsa yüzünde bakmayacağım bi dolu şey kıymete binmişti. Misal, iğne iplik. Yok işte, olmayınca para verip alman lazım.
Ama esas neden, yani aciliyet ve ciddiyetle ihtiyacım olan şeyi, evrende isteyebileceğim yegâne kişiden talep edemeyişimin gerçek sebebi, istemeyi bilmiyor oluşumdu. Evet, 'istemek zorunda kalmak' (fena halde) çalışmadığım bir yerden gelmiş kazık bir sınav sorusu gibiydi! Sanki 'para gönderir misin' dersem, bir anda bütün dünya işini bırakacak, hayat duracak, herkes dönüp bana bakacak, ağızlarını elleriyle kapatıp fisır fısır konuşacaklar, hatta bayık gözleriyle aşağılayan bakışlar atacaklar, bu gidişin bir dönüşü olmayacak ve bunun sonu kıyamete varacak, filan... Böyleydi işte kafamdaki tercümesi 'isteme'nin.
istemek bir sanat bence
Yıllar geçti ve ben hiç değişmedim. İş ararken, depresyondayken, evden ayrılmayı planlarken, iş değiştirirken, parasız kaldığımda, dertleşmeye ihtiyacım olduğunda, evlilik planlarımda kimseden yardım istemedim, isteyemedim. Hiç unutmuyorum, evlenmeden önce, yeni evi temizlemem lazım, kardeşim Dm ve kuzenim Y'ye mesaj attım, işleri yoksa gelsinler diye. Dm hiç mesajıma cevap vermedi, Y'de acaip yorgun ve depresifdi, pirizlerin yarısını sildikten sonra beni izlemeye başladı. O fıtıklı ve ağrılı halimle, kapı eşiklerinden banyo menfezine kadar kakılmış modunda hava kararana kadar temizlik yaptım. Bi de niye millete söylüyorum diye kendi kendime küfrettim (küsme modundayım ya en yakınlarım bile 'millet' oldu o anda). İyi bok yedim. Ne vardı, iki değil on kişiye söyleseydim yani.

she-ra
İşte bugüne kadar da devam eden duygu, ruh ve davranış halim bu. Ve en hayatımı zorlaştıran, beni en yıpratan (beni güçlendirdi diye en kendimi avuttuğum) yönlerimden biri bu. Ve bu artık değişmek zorunda! 
Ne kimseye ihtiyacı olmayan she-ra ne de her şeyden korkan titrek olmak zorundayız. Hayatta, her konuda, nasıl eşit derecede güçlü olabilir ki insan? Doğaya baktığında, tüm hayvanlar bi araya gelse bir tane he-man etmez. 

titrek
 Peki biz niye bu kadar acımasız davranıyoruz kendimize, kendi kendine yetmek hususunda? Gerçekten bağımsız bir birey olma isteği mi yatıyor bu davranışın altında yoksa bir zayıflık ve yetersizliğin bilinir olması korkusu mu var temelinde?


Bugün hep birlikte bunu düşününelim istiyorum.
Neden, istemeye çekiniyoruz?

güzel cumalar,
d

Not: Haftanın her günü blogu takip etmek sizin için zor olabilir diye, bundan sonra pazartesi, çarşamba ve cuma günleri yazacağım.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder